Sayfalar

9 Temmuz 2013 Salı

Türkiye'de Siyâsî Buhranın Kaynakları. Sultan Abdülhamîd Düşmanlığı





Hilafet Meselesi, Jön Türkler, osmanlı devleti, osmanlı padişahları, osmanlı tarihi, sultan II. Abdülhamid Han

40 Yıl Evvel Prof. Dr. Osman TURAN'dan Mühim Tesbitler:
Türkiye'de Siyâsî Buhranın Kaynakları
Sultan Abdülhamîd Düşmanlığı

“Abdülhamîd Han'ın devleti nasıl buhranlı bir devirde teslim al­dığı ve kendisinden sonra devletin dokuz senede ne derece dağıl­dığı ve hattâ anavatan Anadolu'nun bile istilâ edildiği göz önüne getirilirse târih ilminin bu pâdişâh hak­kında vereceği şaşmaz hüküm onun lehinde ola­cak ve tenkitler teferruata inhisar edecektir.”

"Sultan Abdülhamîd ve devri Türk târihinin çok mühim ve karışık bir safha­sını teşkil eder. Bu devirde emperyalizm doymaz ihtiraslarla Osmanlı Devleti'ne karşı şahlanmış ve içeride de milliyetler kaynaşmış veya kışkırtılmıştır. Bu duru­ma rağmen devlet Adriyatik Denizi'nden Basra Körfezi'ne kadar muhafaza edilmiştir ki, bunda başlıca âmil/etken, saltanatı 33 yıl süren bu pâdişâhın siyâsî kud­reti olmuştur. Abdülhamîd Han'ın devleti nasıl buhranlı bir devirde teslim al­dığı ve kendisinden sonra devletin dokuz senede ne derece dağıl­dığı ve hattâ anavatan Anadolu'nun bile istilâ edildiği göz önüne getirilirse târih ilminin bu pâdişâh hak­kında vereceği şaşmaz hüküm onun lehinde ola­cak ve tenkitler teferruata inhisar edecektir. Bununla beraber, yine tarihçi, büyük devlet adam­larını kendi eserleri ve bunların devamı ile kıy­metlendirirken ve nihâî hükmünü buna göre ta'dil veya te'yid ederken devirlerin şartları ve başlıca âmilleri ile de kayıtlı kalacaktır.


Sultan Abdülhamîd ve Osmanlı Devleti târihe karıştığı ve büyük ihtiraslar sona er­miş gözüktüğü halde onun tesirleri henüz devam etmektedir. Bu sebeple Sultan Abdülhamîd ve İttihatçılar devri bugün tarihçi kadar Türk siyâset ve mefkûre adamlarını alâkalandırır. Hattâ bu de­vir üzerinde rol oynamış görünmez, âmilleri kavra­yamayan siyâsîlerin bugün­kü Türkiye'yi anlamaları ve ona, doğru bir istikamet vermeleri de zorlaşır.
Sultan Abdülhamîd devri târihimizin ne kadar girift bir safhasını teşkil ederse onun şahsiyeti et­rafında ileri sürülen görüş­ler de o derece birbirine aykırı, hissî ve maksatlı olmuştur. Bunun bir sebebi devlet üzerinde çarpışan milletlerarası menfaat ve ihtirasların meydana getirdiği dehşetli propaganda ile diğeri de Tanzimat'tan sonraki Türk târihinin henüz il­mî ve tarafsız bir şekilde yazılmamış olmasıdır. Hattâ bu tesirler dolayısıyla da, hâdiseler, çok defa tersine gösterilmiştir. Buna bu devre müessir, görünmez âmilleri kavrayan ve dış manzaraya aldanmayan ka­lem sahiplerinin azlığını da eklemek yerinde olur. Sul­tan Abdülhamîd ve devrine âit mühim vesikalarının henüz arşivlerde yattığını unutmamak lazımdır. Neş­redilen hâtıralar ve basılan kitaplar da değişen devrin havasından ve eksilmeyen propagandaların tesirinden kurtulamamıştır. İnkılâpların kendilerinden önceki de­virleri kötülemeleri ve geri memleketlerde ilmin zayıf­lığı da hakikatlerin meydana çıkmasını zorlaştırmıştır.

Osmanlı Devleti'ne göz diken emperyalist devletle­rin emelleri, onu içten kemiren çeşitli kavimlerin yıkıcı faaliyetleri, Türk-İslâm düşmanlığı ve nihayet Siyonist­lerin Filistin'de yurt kurma gayeleri bütün menfî kuv­vetleri birleştirmiş ve Sultan Abdülhamîd'i de müthiş bir propagandanın hedef ve mihrakı yapmıştır. Bu müşterek cephe, devletin içinde de gizli teşkilatını kur­muş; gaflet, macera ve ücretle elde ettiği bir avuç Türk aydınını da kendi hizmetine almaya muvaffak ol­muştu. Bazen Abdülhamîd Han'dan ziyâde, Türk mil­letinin haysiyetini kıran propagandaların mektep ki­taplarına kadar girmesi ve devamı da yeni nesillerin zehirlenerek terbiye edilmesine sebep olmuştur.


Bu umûmî hava ve şartlar Sultan Abdülhamîd aleyhinde teşekkül eden, menşei yabancı, yalan ve iftira efsânelerinin ana kaynaklarını ve devamı sebeple­rini göstermeye kâfidir. Osmanlı Devleti ile birlikte bu pâdişâh aleyhinde girişilen mücâdele ve yapılan suikastlerin muvaffakiyetsizliğe uğraması da kampan­yanın şiddetlenmesine yardım ediyordu. Sultan Abdülhamîd'e karşı yöneltilen yalan ve iftiralar bazen o derece gülünç ve mütenâkız idi ki küçük bir mantıkî muhâkeme veya kalem darbesi ile bunları if­lasa mahkûm etmek mümkün idi. Nitekim son yıllar­da, hamiyetli Türk ilim ve fikir adamları, çıkarttıkları yeni eser ve vesîkalar ile kesifleşen ve an'aneleşen propaganda havasını dağıtmaya, kitleleri uyandır­maya ve küllenen hakikatleri meydana çıkarmaya muvaffak olmuşlardır. Avrupa'da neşredilmiş bazı tarafsız eserler de bu inkişafa yardım etti.


Türkiye'de süregelen felâketlerin hep yabancı kaynak istikâmetini göstermesi de artık aydınlar ve halk kitleleri arasında millî şuurun uyanmasını ko­laylaştırdı. Gerçekten ilmî araştırmaların henüz kifa­yetsizliğine rağmen bugün hakikatler öyle anlaşıl­mış ve durum o derece berraklaşmıştır ki artık eski yalan ve iftiralara hâlâ itibar edenler kalmışsa bun­ların akıllarından, gafletlerinden, niyet ve ideolojile­rinden şüphe etmemek imkânsızdır. Esasen Sultan Abdülhamîd Han'a karşı mücadele cereyanına katıl­mış birçok meşhur ve vatansever ittihatçıların, felâ­ketler karşısında, hatalarını itiraf etmeleri, hatta on­dan af dilemeleri veya maneviyatından istimdâdda bulunmaları bu hususta en manalı ve uyarıcı hâdi­seyi teşkil eder. Fakat en mühim bir mesele de Sul­tan Abdülhamîd ve Türk düşmanlığının karışması veya birleştirilmesidir."

Osman Turan, "Sultan Abdülhamîd Düşmanlığı" Sönmez Dergisi, Ekim-Kasım, 1969, S. 52-53, s. 4-5)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Bu güne değin en çok tıklanılanlar