Türkiye'de Siyâsî Buhranın Kaynakları
Sultan Abdülhamîd Düşmanlığı
“Abdülhamîd Han'ın devleti nasıl buhranlı bir devirde teslim aldığı ve kendisinden sonra devletin dokuz senede ne derece dağıldığı ve hattâ anavatan Anadolu'nun bile istilâ edildiği göz önüne getirilirse târih ilminin bu pâdişâh hakkında vereceği şaşmaz hüküm onun lehinde olacak ve tenkitler teferruata inhisar edecektir.”
"Sultan Abdülhamîd ve devri Türk târihinin çok mühim ve karışık bir safhasını teşkil eder. Bu devirde emperyalizm doymaz ihtiraslarla Osmanlı Devleti'ne karşı şahlanmış ve içeride de milliyetler kaynaşmış veya kışkırtılmıştır. Bu duruma rağmen devlet Adriyatik Denizi'nden Basra Körfezi'ne kadar muhafaza edilmiştir ki, bunda başlıca âmil/etken, saltanatı 33 yıl süren bu pâdişâhın siyâsî kudreti olmuştur. Abdülhamîd Han'ın devleti nasıl buhranlı bir devirde teslim aldığı ve kendisinden sonra devletin dokuz senede ne derece dağıldığı ve hattâ anavatan Anadolu'nun bile istilâ edildiği göz önüne getirilirse târih ilminin bu pâdişâh hakkında vereceği şaşmaz hüküm onun lehinde olacak ve tenkitler teferruata inhisar edecektir. Bununla beraber, yine tarihçi, büyük devlet adamlarını kendi eserleri ve bunların devamı ile kıymetlendirirken ve nihâî hükmünü buna göre ta'dil veya te'yid ederken devirlerin şartları ve başlıca âmilleri ile de kayıtlı kalacaktır.
Sultan Abdülhamîd ve Osmanlı Devleti târihe karıştığı ve büyük ihtiraslar sona ermiş gözüktüğü halde onun tesirleri henüz devam etmektedir. Bu sebeple Sultan Abdülhamîd ve İttihatçılar devri bugün tarihçi kadar Türk siyâset ve mefkûre adamlarını alâkalandırır. Hattâ bu devir üzerinde rol oynamış görünmez, âmilleri kavrayamayan siyâsîlerin bugünkü Türkiye'yi anlamaları ve ona, doğru bir istikamet vermeleri de zorlaşır.
Sultan Abdülhamîd devri târihimizin ne kadar girift bir safhasını teşkil ederse onun şahsiyeti etrafında ileri sürülen görüşler de o derece birbirine aykırı, hissî ve maksatlı olmuştur. Bunun bir sebebi devlet üzerinde çarpışan milletlerarası menfaat ve ihtirasların meydana getirdiği dehşetli propaganda ile diğeri de Tanzimat'tan sonraki Türk târihinin henüz ilmî ve tarafsız bir şekilde yazılmamış olmasıdır. Hattâ bu tesirler dolayısıyla da, hâdiseler, çok defa tersine gösterilmiştir. Buna bu devre müessir, görünmez âmilleri kavrayan ve dış manzaraya aldanmayan kalem sahiplerinin azlığını da eklemek yerinde olur. Sultan Abdülhamîd ve devrine âit mühim vesikalarının henüz arşivlerde yattığını unutmamak lazımdır. Neşredilen hâtıralar ve basılan kitaplar da değişen devrin havasından ve eksilmeyen propagandaların tesirinden kurtulamamıştır. İnkılâpların kendilerinden önceki devirleri kötülemeleri ve geri memleketlerde ilmin zayıflığı da hakikatlerin meydana çıkmasını zorlaştırmıştır.
Osmanlı Devleti'ne göz diken emperyalist devletlerin emelleri, onu içten kemiren çeşitli kavimlerin yıkıcı faaliyetleri, Türk-İslâm düşmanlığı ve nihayet Siyonistlerin Filistin'de yurt kurma gayeleri bütün menfî kuvvetleri birleştirmiş ve Sultan Abdülhamîd'i de müthiş bir propagandanın hedef ve mihrakı yapmıştır. Bu müşterek cephe, devletin içinde de gizli teşkilatını kurmuş; gaflet, macera ve ücretle elde ettiği bir avuç Türk aydınını da kendi hizmetine almaya muvaffak olmuştu. Bazen Abdülhamîd Han'dan ziyâde, Türk milletinin haysiyetini kıran propagandaların mektep kitaplarına kadar girmesi ve devamı da yeni nesillerin zehirlenerek terbiye edilmesine sebep olmuştur.
Bu umûmî hava ve şartlar Sultan Abdülhamîd aleyhinde teşekkül eden, menşei yabancı, yalan ve iftira efsânelerinin ana kaynaklarını ve devamı sebeplerini göstermeye kâfidir. Osmanlı Devleti ile birlikte bu pâdişâh aleyhinde girişilen mücâdele ve yapılan suikastlerin muvaffakiyetsizliğe uğraması da kampanyanın şiddetlenmesine yardım ediyordu. Sultan Abdülhamîd'e karşı yöneltilen yalan ve iftiralar bazen o derece gülünç ve mütenâkız idi ki küçük bir mantıkî muhâkeme veya kalem darbesi ile bunları iflasa mahkûm etmek mümkün idi. Nitekim son yıllarda, hamiyetli Türk ilim ve fikir adamları, çıkarttıkları yeni eser ve vesîkalar ile kesifleşen ve an'aneleşen propaganda havasını dağıtmaya, kitleleri uyandırmaya ve küllenen hakikatleri meydana çıkarmaya muvaffak olmuşlardır. Avrupa'da neşredilmiş bazı tarafsız eserler de bu inkişafa yardım etti.
Türkiye'de süregelen felâketlerin hep yabancı kaynak istikâmetini göstermesi de artık aydınlar ve halk kitleleri arasında millî şuurun uyanmasını kolaylaştırdı. Gerçekten ilmî araştırmaların henüz kifayetsizliğine rağmen bugün hakikatler öyle anlaşılmış ve durum o derece berraklaşmıştır ki artık eski yalan ve iftiralara hâlâ itibar edenler kalmışsa bunların akıllarından, gafletlerinden, niyet ve ideolojilerinden şüphe etmemek imkânsızdır. Esasen Sultan Abdülhamîd Han'a karşı mücadele cereyanına katılmış birçok meşhur ve vatansever ittihatçıların, felâketler karşısında, hatalarını itiraf etmeleri, hatta ondan af dilemeleri veya maneviyatından istimdâdda bulunmaları bu hususta en manalı ve uyarıcı hâdiseyi teşkil eder. Fakat en mühim bir mesele de Sultan Abdülhamîd ve Türk düşmanlığının karışması veya birleştirilmesidir."
Osman Turan, "Sultan Abdülhamîd Düşmanlığı" Sönmez Dergisi, Ekim-Kasım, 1969, S. 52-53, s. 4-5)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.