Sayfalar

9 Haziran 2013 Pazar

Sultan İkinci Abdülhamîd Han ve Osmanlı Donanması

1877 -78 Osmanlı -Rus Harbi (93 Harbi), abdülaziz han, deniz savaşları, denizcilik tarihi, II. Abdülhamid Han, osmanlı devleti, Osmanlı'da denizcilik, slider





"Donanma-yı hümâyûnun elden çıkarılmasına katiyen rey ve rızam yoktur. Her Türlü fedakârlığı eder, fakat donanma maddesini esasından reddederim. Ve mucip sebeplerini dahi beyâna muktedirim, İcâbında donanmayı kaybetmemek için canımı fedaya hazırım."


Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın tahta oturmasının ikinci yılında Midhat Paşa ve avenesinin yanlış siyâsetleri neticesinde başlayan Osmanlı-Rus harbi, Devlet-i Aliyye'nin mağlubiyetiyle neticelenmiş, Yeşilköy'e (Ayastefanos) kadar gelen Ruslarla çok ağır şartlarda bir antlaşma imzalanmıştı. Ayrıca Ruslara Ödenecek bir de savaş tazminatı meselesi vardı. Ruslar, savaş tazminatı olarak Osmanlı donanmasında bulunan altı büyük zırhlının kendilerine verilmesini istiyorlardı.

Hamidiye denizaltı gemisi Haliç 'te tecrübe seyrinde
Hamidiye denizaltı gemisi Haliç 'te tecrübe seyrinde
Bu husus sultana bildirildiğinde "Başvekil Paşa'ya ve Safvet Paşa'ya ve diğer vekillere yeminle beyan ederim ki donanma-yı hümâyûnun elden çıkarılmasına kafiyen rey ve rızam yoktur. Her türlü fedakârlığı eder, fakat donanma maddesini esasından reddederim. Ve mucip sebeplerini dahi beyâna muktedirim. İcâbında donanmayı kaybetmemek için canımı fedaya hazırım." diyerek Rusların bu isteklerini şiddetle reddetmişti. Bu sözleri, sultanın donanmaya verdiği ehemmiyeti göstermektedir.

Sultan İkinci Abdülhamîd devrinde donanmanın 33 yıl Haliç'te yatıp çürüdüğü, donanma ve tersane için hiçbir yeniliğin yapılmadığı, hiçbir gelişmenin olmadığı, bir gün kendisinin de tahttan indirilmesinde rol oynayacağından korktuğu için pâdişâhın donanma işlerini aksattığı iddialarını Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde ve Deniz Müzesi Arşivi'nde bulunan binlerce vesika yalanlamaktadır. Peki o halde Abdülhamîd Han devrinde denizcilik sahasında belli başlı neler yapılmış, ne gibi yeniliklere, gelişmelere imza atılmıştır? Yâni bu devirde bahriye sahasında hiçbir müspet faaliyette bulunulmamış mıdır? Bahriyeye hiç mi ehemmiyet verilmemiştir? Bu yazımızda Sultan İkinci Abdülhamîd Han devri denizciliğini enine boyuna incelemek iddiasında değiliz. Sadece bu suallere bazı cevaplar aramak düşüncesindeyiz. O halde buyurun, bu devirde denizcilik sahasında meydana gelen gelişmelere göz gezdirelim:



Hamidiye seyir tecrübelerinde tam yol giderken
Hamidiye seyir tecrübelerinde tam yol giderken


1886 yılında donanmamıza "Abdülhamîd" ve ' Abdülmecid" isimli iki denizaltı gemisi iştirak etmiştir. Bu denizaltılar aynı zamanda dünyadaki ilk modern denizaltılardır. Dünyada modern mânadaki ilk denizaltı tecrübeleri 19. asrın ikinci yarısından sonra artmaya başlamış, en dikkat çekici çalışmaları George William Garrett isimli bir İngiliz mühendis yapmıştı. Garrett, 1885 yılında İsveçli Nordenfelt fabrikasının desteğiyle modern manadaki ilk denizaltıyı inşa etmeyi başardı. Bu ilk denizaltının Yunanlılar tarafından satın alınması üzerine Sultan İkinci Abdülhamîd harekete geçerek Nordenfelt fabrikasının sonraki iki denizaltısını satın aldı. Nordenfelt tarafından imal edildikten sonra İstanbul'da Haliç Tersanesi'nde monte edilen denizaltıların ilk tecrübeleri de Haliç'te yapıldı.

Modern denizaltıiarın ilklerinden olması itibariyle o kadar fazla istifade edilememelerine rağmen bu denizaltılar, pâdişâhın denizcilik sahasında dünyada meydana gelen gelişmeleri yakından takip ettiğini göstermektedir. 1887 yılında bir İngiliz gazetesinde "Türk hükümetinin birden fazla Nordenfelt denizaltı gemisine sahip olduğu, Türklerin ikinci Nordenfelt gemisiyle bazı mühim tecrübeler yaparak hatırı sayılır neticeler almış oldukları" ifâde edilmektedir ki bu durum Türk donanmasındaki gelişmelerin Avrupalılar tarafından da yakından takip edildiğini göstermektedir.


Hamidiye Kruvazörü
Hamidiye Kruvazörü

Sultan İkinci Abdülhamîd Han devrinde yirmiden fazla yeni geminin inşâ edilip devlet hizmetine alınması ve eski gemilerden bir çoğunun yenilenmesi de pâdişâhın donanmaya verdiği ehemmiyeti gösterir. Donanmaya katılan gemiler arasında Rauf Bey'in meşhur akınını icra ettiği "Hamidiye" ile "Mecidiye", "Lütf-i Hümayun", "Feyza-i Bahrî", "Hüdavendigâr" gibi kruvazörler ve büyük küçük pek çok gemi yer almaktadır.

Mesudiye Firkateyni 'nde topçuluk eğitimleri (1896)
Mesudiye Firkateyni 'nde topçuluk eğitimleri (1896)

Modernize edilen gemiler olarak "Mesudiye", "Asâr-ı Tevfik", "Osmaniye", "Aziziye", "Feth-i Bülend", "Muîn-i Zafer" gibi gemiler zikredilebilir. Bu gemilerden bir kısmı İstanbul'da yenilenirken diğer bir kısmı İtalya'nın Cenova şehrinde bulunan Ansaldo Tersanesi ile Almanya'da Kiel'de bulunan Germanya Tersanesi'nde modernize edilmişlerdir.





Donanmanın ıslâhı için İngiltere, Almanya ve Amerika'dan yabancı deniz subayları (müşavirler) getirilerek istihdam edilmesi de bu devirde denizciliğimizin gelişmesi için müracaat edilen teşebbüsler cümlesindendir. Bu getirilen subaylar bir Osmanlı zabiti gibi hareket ederek denizciliğimizin gelişmesi için mühim katkıda bulunmuşlardır.





Sultan Abdülhamîd Han devrinde bahriye sahasında istihdam edilen yabancı müşavirlerden Hobart ve Woods paşalar İngiliz olup esasen Sultan Abdülaziz Han devrinde devlet hizmetine alınmış olmalarına rağmen İkinci Abdülhamîd Han devrinde de hizmetlerine devam ederek faaliyetlerini sürdürmüşler ve devletin en üstün nişanlarıyla taltif edilmek şerefine erişmişlerdir. Hatta Hobart Paşa o sırada Osmanlı Devleti'nde bulunan askerî rütbelerin en yükseği olan "müşir" rütbesine çıkarılmıştır ki bu kendisine verilen kıymeti göstermektedir. Starcke ve Kalau Von Hofe paşalar ise Almanya'dan getirilen iki subay olup bunlar da donanmamızın kuvvetlenmesi için faaliyette bulunmuşlardır. Bu devirde son olarak getirilen yabancı müşavir ise Amerika'dan gelen Bucknam'dır.

Devrinde Avrupa'ya, denizcilik fennini öğrenmeleri için yüzlerce bahriye talebesinin gönderilmesi de Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın denizcilik sahasındaki gelişmeleri yakından takip ettiğini gösterir. Personel olmadan donanmanın hiçbir işe yaramayacağı malum olduğundan personel yetiştirilmesine ağırlık verilmesi dikkat çekicidir. Talebeler başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Almanya gibi ülkelere gönderilmişlerdir.

1889 yılında ilk defa "Cerîde-i Bahriye" ve Mecmûa-i Fünûn-ı Bahriye" isimli bahriyeye dâir iki mevkute yayın hayâtına başlamıştır. Yeni buluşlardan, gemicilikle alakalı ilimlerden ve sair bahrî hususlardan bahsetmek üzere çıkarılacak bu gazete ve dergiyle bahriye subaylarının bilgilerinin genişletilmesine yardımcı olunması hedeflenmekteydi.

1881 yılında "Matbaa-i Bahriye" ismiyle ilk deniz matbaasının açılması da Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın himmetiyle gerçekleşmiştir. Daha evvel Bahriye Mektebi'nde kurulan ve sonrasında çeşitli binalarda faaliyet gösteren matbaa, bu târihte müstakil bir binaya taşınarak tam teşekküllü hale getirilmiştir. Matbaada basılan yüzlerce kitapla ilim ve kültür hayatımıza katkıda bulunulmuştur.


Suttan Abdülaziz Han tarafından İngiltere 'de 1874 yılında inşâ ettirilen Mesudiye zırhlı firkateyni
Suttan Abdülaziz Han tarafından İngiltere 'de 
1874 yılında inşâ ettirilen Mesudiye zırhlı firkateyni

Sultan Abdülhamîd Han devri, Türk tarihçiliği nokta-i nazarından da ilk deniz tarihçilerimizin yetiştiği bir devir olmuştur. Süleyman Nutkî, Ali Rıza Seyfioğlu, Ali Haydar Emir Alpagut, Saffet Bey, Fevzi Kurtoğlu gibi denizcilik tarihçileri hep o devirde yetişmişleridir.

1897 yılında ilk defa bir Bahriye Müzesi'nin açılması da Sultan Abdülhamîd Han devrinde gerçekleşmiştir. Bugün Beşiktaş'ta bulunan Deniz Müzesi'nin temelini işte bu müze teşkil eder.

Görüldüğü gibi Sultan İkinci Abdülhamîd Han devrinde bahriyenin gelişmesi yolunda pek çok ilke imza atılmış, denizciliğin geliştirilmesi için birçok faaliyette bulunulmuştur. Bütün bu gerçekler ortada iken Sultan İkinci Abdülhamîd Han için "Donanmayı çürüttü, Türk denizciliğinin gelişmesini baltaladı!" gibi iddialarda bulunmak büyük insafsızlık olsa gerektir!

Selman Soydemir
Yedi Kıta / Ekim 2008


Kaynaklar
Mehmet Hocaoğlu, Abdülhamit Hanin Muhtıraları Belgeler, tarihsiz.

Bernd Langensiepen - Ahmet Güleryüz, 1828-1923 Osmanlı Donanması, İstanbul 2000.

Raşit Metel, Türk Denizaltıcılık Tarihi, İstanbul 1960.

Selman Soydemir, Osmanlı Donanmasında Yabancı Müşavirlerin Etkileri (18. ve 19. Yüzyıllar), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2007.

Hüseyin Yıldırım, Risâle-i Mevkute-i Bahriye, Deniz Mecmuası, Donanma Dergisi, Deniz Kuvvetleri Dergisi Makaleler üstesi, Ankara 1994.

Saim Besbelli - Mustafa Olman, 1911-1912 Osmanlı-ltalya Harbi Deniz Harekâtı, Ankara 1980.

Osman Doğan, Sultan İkinci Abdülhamîd Han Devri Osmanlı Mektepleri, Fotoğraf ve Planlar, İstanbul 2007, Çamlıca Basım Yayın.

Bahri 5. Noyan, "Türkiye'de Matbaacılık, Deniz Matbaasının Tarihçesi", Hayat Tarih Mecmuası, sayı 6, Temmuz 1969, s. 35-37.

Bu asır içerisinde Sultan Abdülhamîd Han gibi takva sahibi bir sultan gelmemiştir.


II. Abdülhamid Han, osmanlı padişahları, slider

RESÛLULLÂH (S.A.V.) NİÇİN ÜZÜLMÜŞTÜ


Hindistan'ın büyük velîlerinden, Ebu'l-Hayr Hazretleri buyurdu ki;

- Bir gece Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)'i gördüm. Mübarek yüzlerinde keder ve üzüntü görülüyordu. Anam-babam sana feda olsun, yâ Resûlullâh! Üzüntü ve kederinizin sebebi nedir?" diye sordum. Resûlullâh Efendimiz buyurdu ki:

- Bugün Sultan Abdülhamîd Han tahttan indirildi. Bunun için kederliyim.


Ebu'l-Hayr Hazretleri rüyasını naklettikten sonra, gözyaşları içerisinde şöyle buyurdu:


- Bu asır içerisinde Sultan Abdülhamîd Han gibi takva sahibi bir sultan gelmemiştir. O, kavminin derdi ile dertlenir, milletinin iyiliğini ve refahını isterdi. Müttakî (Allah'tan korkan) ve ilmi seven bir sultândı. Hocam Rahmetullah Efendi'yi Mekke-i Mükerreme'den İstanbul'a yanına davet etmiş, çok ikram ve iltifatta bulunmuştu. Hattâ kendi eliyle ona namaz için seccade sermişlerdi. O yüce hakana bu muameleyi reva görenlerin sonları pek fecî olacaktır. Ama din ve millet çok zarar görecektir, ona yanıyorum.

İnsaflı düşmanlarının dilinden Sultan Abdülhamid Han

II. Abdülhamid Han, osmanlı padişahları



" Alman İmparatoru ikinci Wilhelm “Ben politikayı Abdülhamid’den öğrendim” demiştir."


--


34. Osmanlı padişahı ve 99. İslam halifesi olarak 34 yaşında tahta çıkan ve Devleti Aliyye’yi 33. sene idare etmiş olan Sultan ikinci Abdülhamid Han, özellikle dış siyaset konusunda bir dahidir.


Tahtta bulunduğu süre içerisinde Avrupalı devletleri biribirlerine karşı kullanarak hem Osmanlı menfaatlerini hem de dünya barışını korumuştur. Çağdaşı olan Avrupa’lı devlet adamları , en büyük düşmanları olan büyük padişahı takdir etmekten kendilerini alamamışlardır. Bunlardan birkaçı;


- Hungtington’a göre “Boğaziçi’nde oturan ihtiyar dünya çapında bir siyasi” idi.

- İngiltere’nin İstanbul sefiri Nicolas O’Connor’a göre “Avrupa’da barışı koruyan adam”dı.
- Lamouche’a göre “Zeki, kurnaz ve gayet çalışkan”dı.
- Fransız sefiri Maurice Bombard, “Avrupa’da O’nun seviyesinde dış siyaset bilen bir diplomat yoktur” demiştir.
- İngiliz Bahriye Lordu Fisher, “Abdülhamid bütün Avrupa’nın en mahir ve hızlı düşünebilen diplomatlarındandır” demiştir.
- İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, siyasi hayatı boyunca hasım olduğu padişah hakkında “Ne büyük kayıp! Hasmımdı ama O’nun ölümü ile diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti” diye hayıflanmıştır.
- Yine Edward Grey, “Abdülhamid, kendi emellerine hizmet edebilmeleri için dış ve iç güçlerin oyun biçimlerine ve kullanılma usullerine nüfuz edebilmekte insan zekası maharetinin azami sınırlarına ulaşmış bir hükümdardı” demiştir.
- Alman Başbakanı Prens Bismark’a göre; siyasetin yüzde doksanı Abdülhamid de, yüzde beşi kendisinde, kalan yüzde beşi de diğer siyasilerdedir.
- Alman İmparatoru ikinci Wilhelm “Ben politikayı Abdülhamid’den öğrendim” demiştir.

Osmanlı'dan ABD destekli Siyonizm'e red

abd, arz-ı mev'ud - vaad edilmiş topraklar, mim kemal öke, osmanlı devleti, siyonizm, sultan II. Abdülhamid Han
Osmanlı'dan ABD destekli Siyonizm'e red





Washington'daki Osmanlı Büyükelçisi Ali Ferruh Bey Amerikalı Müslümanların lideri Muhammed Webb'le görüşmüş, Osmanlı hükümetine bu konuda yardım etmesini rica etmişti. Webb de, Amerikan Hükümetini Siyonizm yanlısı bir politikadan vazgeçirmek için taraftarlarını baskı grubu olarak kullanmıştı.

ABD yönetiminin Yahudiler'e ve onların Ortadoğu­'da bir güç olmalarına katkıları yeni değildir. Siyonizm daha onun babası ka­bul edilen Dr. Herzl'in kafasında bir tasarı bile değilken, Basel'deki Birinci Kongre'den 15 yıl önce Temmuz 1882'de zengin İngiliz Hayırseveri Lawrence Oliphant, İstanbul'daki ABD Elçiliği aracılı­ğı ile Bâb-ı Âlî'ye başvurarak Yahudiler'in Filistin'e yerleşmeleri karşılığı para teklif etmişti. An­cak, Osmanlı Hükümeti hem bu teklifi reddetmiş, hem de Filis­tin'e Yahudi göçünü önlemek için sıkı tedbirler almıştı. Ekim 1882'de Osmanlı Hükümeti, kut­sal yerleri ziyaret edecekler dışın­da tüm Yahudiler'in Filistin'e gir­mesini yasaklamıştı.1

Avrupalı devletlerin ve ABD'nin uyruğuna giren Yahudi­ler bir kez daha Filistin'e girmeyi deneyince Osmanlı yönetimi 22 Ocak 1884'de bunu da yasakla­mıştı. Osmanlı Hükümeti, ABD ve Avusturya devletlerini ikaz ederek onlardan sırf "Osmanlı ül­kesinde yaşayabilmek ve Filis­tin'e gidebilmek için vatandaşlık­larına geçmek isteyen Yahudilere izin vermemesini” istemişti.2

Siyonist emeller
Ondokuzuncu yüzyıl sonların­da özellikle Amerika'da Filistin'e gitmek üzere Yahudilerce kesif bir "Siyonist" faaliyet yürütülmek­teydi. Değerlendireceğimiz bel­gelerden ilkinde, New York'taki Yahudi Merkez Komitesi Başkanı Gottheil ve Washington Yahudi Komitesi Başkanı Omil'in maksadlarının "Filistin'de asırlar önce olduğu gibi yeni bir Yahudi dev­leti kurmak, Yahudilerin millî emellerini ihyâ" olduğu, Washington'daki Osmanlı sefiri tara­fından bildirilmektedir.3

İkinci belgede ise merkezi Amerika'da olan meşhur Bene Berith'in, İzmir'de de şube açtığı belirtildikten sonra Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak isteyen New York Yahudi Komitesi Baş­kanı Gotheil ve Washington Ya­hudi Komitesi Başkanı Omil'in Amerika'dan dünya Yahudilerine yaptığı "Filistin'e gidin" çağrısı, Hariciye Nâzırı(Dış işleri bakanı) Tevfik Paşa tara­fından Sultan II. Abdülhamid'e duyurulmaktadır.4

23 Nisan 1898'de Washington'dan gönderilen bu rapor, II. Abdülhamid'in eline gelir gelmez Washington'daki Osmanlı Büyü­kelçisi Ali Ferruh Bey'i harekete geçirmişti. Ali Ferruh Bey, ilk ola­rak Amerikalı Müslümanların li­deri Muhammed Webb'le Mayıs 1898 başlarında görüşmüş, ondan Osmanlı hükümetine bu konuda yardım etmesini rica etmişti. Elçi­mizin ricasını kabul eden Webb de, gerekli kulis faaliyetlerine gi­rişmiş, Amerikan Hükümeti'ni Si­yonizm yanlısı bir politikadan vazgeçirmek için taraftarlarını bir baskı grubu olarak kullanmaya çalışmıştı. Hatta Amerikan Müslü­manlarının lideri, Amerikan Siyo­nist Federasyonu'nun Başkanı (New York Yahudi Komitesi Baş­kanı) Richard Gotheil'le bağlantı kurmuş, ona Siyonizm'in Osmanlı Devleti tarafından benimsenmediğini, bu hususta ısrar etmenin bo­şuna olacağını anlatmıştı.5





BOA, Y. PRK. HR. 25/49




Bab-ı Alî Dâire-i Hâriciye Tercüme Odası
Aded
Hâriciye Nezâreti'ne 23 Nisan 98 târihiyle Washington Sefaret-i Seniyyesi'nden vârid olan 60 numrolu tegrafnâmesinin tercümesidir. New York'taki Mûsevî Merkez Ko­mitesinin Reisi Gottheil ve Was­hington Komitesi'nin Reisi Omil'dir. Makasıd yalnız bir muş­ta'meret değil "Arz-ı Filistin"in hâl-ı sâbıkasına iadesiyle Mûsevî efkâr-ı milliyesinin ihyâsıdır." Dün­yada bulunan bi'l-cümle Musevi­ler bu fikr-i azime iştirâka davet olunuyor. Bazı ma'lûmâtı hâvi olan "Deyrizfonist" nâmında îbrânice bir kitabı elde ettim. Gelecek Mayıs'ın onuncu günü New York'ta bir konferans akdolunacaktır...
... Londra'ya gidiyor ki, orada mahsusî bir banka mevki-i teda­vüle tahvilât çıkarıyor. Washing­ton Hahambaşının efkârını bi'l-vâ­sıta istimzâc ettiğimde mûmâ- ileyh işbu sûret-i fikr ü mütâlaaya iştirâk etmediğini beyân etmiştir. Sefâret-i Seniyye bedel-i icârını sarf ediyorum.

BOA, Y. PRK. HR. 25/49




***



Husûsiyye: 54
İzmir'de müteşekkil olup Mûsevîce "Ovadheyr" nâmıyla yâd olunan ve başlıca merkezi Amerika'da bulunduğu is­tihsâl edilen malûmâttan anlaşılan Bene Berith ismindeki Musevî Cemiyet-i Hafiyesi'nin mustahber olan bazı hare­kâtı hakkında icrâ-yı tahkikat ile alınacak malumatın telg­rafla iş'ârına dâir bâ-irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhı Washington Sefâret-i Seniyyesi'ne yazılan telgrafnâme ile alınan cevâbın tercümeleri 30 Zilkâde 1315 târihli tezkire-i âcizânem ile takdim kılınmıştı. New York'taki Mûsevî Merkez Komitesi'nin Reisi Gottheil ve Washington'daki komitenin Reisi Omil olduğu ve maksadın yalnız bir müstameret tesisi olmayıp arz-ı Filistin'in hâl-i sabıkasının ia­desiyle Mûsevî efkâr-ı milliyesinin ihyâsı idüğü ve dünyâ­da bulunan bi'l-cümle Musevilerin, bu fikr-i azime iştirake davet olunmakta olduğu ve bazı malumatı havi olan "Deyriz Panist" nâmındaki îbrânice bir kitâbın elde edildi­ğini ve efkârı bi'l-vâsıta istimzâc olunan Washington Hahambaşının işbu sûret-i fikr ü mütâlaâya iştirak etmediği­ni beyân eylediğini ve bazı ifâdâtı şâmil sefâret-i müşârun-ileyhten bu kere ahz olunan 23 Nisan 98 tarihli ve altmış numaralı telgrafnâmenin tercümesi dahi leffen arz ve neşr olunmuş ve işbu telgrafnâmenin hallolunamayan kısmı sefâret-i müşârün-ileyhe iş'âr olunduktan alınacak cevap üzerine Londra'da bir banka marifetiyle çıkarıldığı beyân olunan tahvilât hakkında Londra sefâret-i seniyyesine vesâyâ olunacağı derkâr bulunmuş olmakla emr ü fermân hazret-i men-lehü'l-emrindir.
2 Zilhicce 1315
Hariciye Nâzın Tevfik
BOA, Y. PRK. HR. 25/20

BOA, Y. PRK. HR. 25/20





Tarih ve Düşünce Dergisi
Mayıs 2002

Dipnotlar:
1) Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyo­nistler ve Masonlar, İstanbul, 1991, s. 83-84
2)Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 94-96.
3)Y. PRK. HR. 25/49
4)Y. PRK. HR. 35/50
5)Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 89

İslam medeni hukuku, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye

ahmed cevdet paşa, hanefi mezhebi, islam hukuku, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, sultan II. Abdülhamid Han
İslam medeni hukuku, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye



Mecelle, 19. yüzyılın ikinci yarısında Ahmed Cevdet Paşa riyâsetinde ilmî bir heyet tarafından hazırlanan, İslam hukûkunun ibâdât, muâmelât, münâkehât ve ukûbât kısımlarından sâdece muâmelât kısmını Hanefî fıkhına dayanarak îzâh eden, 1851 madde ve 16 kitaptan meydana gelen kânûn mecmûasıdır. 1876 yılında İkinci Abdülhamid Han zamanında mahkemelerde tatbik edilmiştir. 1926 yılına kadar mer’iyyette (yürürlükte) kalmıştır.


Mukaddime kısmında zikredilen 99 madde vecîz bir üslupla yazılmış “Kavâid-i külliye” olup İslâm hukûkunun temel esasları olan Kur’ân-ı Kerîm’den, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in hadîs-i şerîflerinden ve selef-i sâlihîn devrinde yapılan ilmî ve içtimâî çalışmalardan istinbât edilmiş, çıkarılmıştır.


Ahmet Cevdet Paşa Mecelle hakkında Tezakir kitabında şöyle yazmaktadır:


“Avrupa kıtasında ilk defa tedvin olunan (yazılan) kanunname Roma Kanunnamesi’dir ki İstanbul’da bir ilmî cemiyet tarafından tertib ve tedvin olunmuş idi. Avrupa kanunlarının esasıdır ve her tarafta meşhur ve mûteberdir. Fakat Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’ye benzemez. Aralarında çok fark vardır. Çünkü o, beş altı kanun bilen zat tarafından yapılmıştır. Bu ise beş altı fakîh zatın ma'rifetiyle vaz'-ı ilâhî olan şerîat-i garrâdan alınıp çıkarılmıştır. Avrupa kanun-şinas(hukukçu)larından olup bu kere Mecelle’yi mütâlaa ve Roma Kanunnamesi’yle mukayese eden ve ikisine dahi sadece beşer eseri nazariyle bakan bir zat dedi ki: “Âlemde ilmî cemiyet vasıtasiyle iki def'a kanun yapıldı. İkisi de İstanbul’da vuku' buldu. İkincisi tertib ve intizamı ve meselelerinin düzen ve irtibatı hasebiyle evvelkinden çok üstündür. Aralarındaki fark dahi insanın o asırdan bu asra kadar medeniyet âleminde kaç adım atmış olduğuna bir güzel ölçüdür.” 

Abdülhamid Han'a göre Jön Türkler - Osmanlı'yı kandırılan gençler eli ile yıktılar

Hilafet Meselesi, II. Abdülhamid Han, İstihbarat Örgütleri, Jön Türkler, osmanlı tarihi, sahte şehzade selim han, Sahte Şeyh Nazım Kıbrısi, slider, Yeni Osmanlıcılık Akımı

Abdülhamid Han'a göre Jön Türkler... Günümüz Yeni Osmanlıları, Sahte Şeyh Nazım Kıbrisi, sahte şehzade ve halife Ermeni Selim

İngilizlerin kaldırdıkları halifeliğe ihtiyaçları var... ABD başta olmak üzere bir çok ülke de aynı siyaseti uyguluyorlar... Ortadoğu başta olmak üzere dünya yeniden şekilleniyor ve güçsüz düşmüş batı devletleri her yolu deniyor... BOP için her yol deneniyor ama gerçekleştirilemiyor... Yeni proje ise artık aşikar... Kendi istedikleri ayarda yeni bir Osmanlı ve hilafet mekanizması kurarak Müslüman halkları bu oyunlarla aldatmak ve kendi menfaatlerine uygun yeni bir dünya kurup yıkılışlarına, batının çöküşüne mani olmak...

Osmanlı'yı kandırılan gençler eli ile yıktılar. Aynı güçler şimdi de “Yeni Osmanlıcılık” oyunu sahneliyorlar. Yine hedef, yeniden yapılanan dünyayı kendi menfaatlerine göre şekillendirmek. İngiliz ajanı sahte şeyh Nazım Kıbrısi eli ile kendi istedikleri ayarda bir Osmanlı ve hilafet getirmeyi bile düşünüyorlar. Zaten Sahtekar Nazım Kıbrısi'nin yanında dolaştırıp Osmanlı şehzadesi diye tanıttığı kişinin bir Ermeni olduğu ispat edildi... 



Bakın Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han kendi devrinde dış güçlerin oyuncağı olup Osmanlı'yı yükselttiğini zan ederken farkına bile varmadan Osmanlı'yı yıkılışa sürükleyen gençler hakkında hatıratında neler yazmış... İşte Abdülhamid Han'a göre Jön Türkler yada Yeni Osmanlılar... (Günümüzde kendini Yeni Osmanlı zan eden gençler mutlaka okumalılar.)



*****


“... Ve daha garib bir tecelliye bakınız ki, “Genç Osmanlılar”ı da “Jön Türkler”i de Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak isteyen büyük devletlerin hepsi arkalıyorlardı! Bu devletlerin gözünde ümit bu gençlerdeydi!.. Bunların dediği yapılırsa, Osmanlı İmparatorluğu kurtulacak, dediklerine kulak asılmazsa, batacaktı! İki kere istemeyerek de olsa, dediklerini yaptık ve işte battık!... Bârî son kalan bir avuç vatan toprağında yaşayanların gözleri açıldı mı?.. İnşaallah!..



Evlâdım sayılan bu vatan çocukları, benim, bir sarayın dört duvarı arasında gördüğüm hakikati, koskoca yeryüzünü gezip tozdukları hâlde nasıl görmediler; nasıl görmediler de ecdâd kanı ile sulanmış koskoca bir ülkeyi kendi elleriyle batırdılar!


Suçlamaya dilim varmıyor; fakat görüyorlardı ki, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, hattâ Almanlar ve Avusturyalılar yâni bütün büyük Avrupa devletleri, menfaatlerini Osmanlı mülkünün parçalanmasında bulmuşlardır. Görüyorlardı ki bu devletler birbirleriyle dalaşıyorlar, ama Osmanlıları bölüşmekte anlaşıyorlardı. Anlaşamadıkları, kimin daha büyük parçayı yutacağı idi. Öyle olduğu hâlde, bu düşüncede olan devletlerin kendilerini arkalamalarından da mı bir mânâ çıkaramıyorlardı ?


Söyledim, yine söyleyeceğim, anlattım, yine anlatacağım, düşünmüyorlar mıydı ki, Osmanlı ülkesi bir çok milletlerin bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Böyle bir ülkede meşrûtiyet, ülkenin unsur-i aslîsi için (temel unsur) ölümdür. İngiliz Parlamentosunda bir Hindli, Afrikalı, Mısırlı; Fransız Parlamentosunda bir Cezâyirli meb’ûs varmıydı ki, Osmanlı Parlamentosunda Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp ve Arap meb’ûsu bulunmasını istemeye kalkıyorlar!..


Hayır, bunca okumuş, düşünmüş, kendisini dâvasına vermiş vatan evlâdının cibilliyetsiz çıkacağını kabul edemem! Sâdece aldandılar, derim. Aldandılar ama, cezalarını kendilerinden çok, aldanmayan milyonlarca masum vatan evlâdı çekti! Hem öldüler, hem de vatandan oldular!


Kendilerine “Jön Türkler” denilen kimseler aslında üç-beş kişidir. Bunlar yıllarca Avrupa’da benim aleyhimde çalışmışlar, benim aleyhimde çalışmanın vatanın da aleyhinde çalışmak demek olduğunu düşünmeden yazmışlar, çizmişler, söylemişlerdir. Çıkardıkları gazeteleri gizlice memlekete sokmanın yolunu büyük devletlere arkalarını dayayarak buluyorlar, yabancı postahânelerden de yabancı uyruklu kimseler aracılığı ile çekip şuna buna dağıtıyorlardı. Yıllar yılı, ciddî sayılabilecek bir te’sirleri olmamıştır; ciddî sayılacak bir fikirleri olmadığı gibi...


Fakat ben buna rağmen, kendileriyle ilgilendim. Yabancı memleketlerde parasızlık yüzünden bâzı şeylere katlanmamaları için, gazetelerini satın almak bahanesiyle büyük yardımlarda bulundum, bâzı kimselerin memleketten para göndermelerine göz yumdum. Tek yabancıların maşası olmasınlar, muhalefetleri yanlış da olsa namuslu kalsın diye!..


Ahmed Celâleddîn Paşa’nın Mısır’da Ali Kemâl Bey’den aldığı mektubu görmüştüm. Bu mektup her hâlde Yıldız evrakı arasında saklıdır. Kimin nereden para aldığını isim isim yazıyordu. Bu mektupta, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. İshak Sukûtî, Dr. Bahaddîn Şâkir, Dr. Nâzım, Dr. İbrâhim Temo’nun Fransız ve İtalyan localarına bağlı olduklarını ve bu locaların yardımıyla yaşadıklarını, hattâ memleketteki ailelerine dahi bu localar eliyle para gönderildiğini yazıyor ve bunların vesikalarını gösteriyordu.


Avrupa’da, Mısır’da çeşitli namlar altında çıkan gazeteler ve buralarda gezinen gizli cemiyetin adamları, daha önce de söylediğim gibi, memlekete ciddî bir zarar vermediler. Fakat mason locaları, bütün tâkiblerimize rağmen? “İttihâd ve Terakkî’ye bağlı subayları harekete geçirince, bu âvâre insanlar birer bayrak hâline geldiler. İşte Jön Türkler ve İttihâd ve Terakkî cemiyetinin hikâyesi de budur.”




Abdülhamîd’in Hâtıra Defteri; sh. 60




Sultan Abdülhamid Han'ın hizmetlerinden bazıları





osmanlı padişahları, osmanlı tarihi, sultan abdulhamid han

Sultan Abdülhamid Han'ın hizmetlerinden bazıları;

-          Osmanlı ülkesinde dünyanın ilk dişçilik okulunu kur­du.
-          Kudüs-Yafa Ankara-İstanb'ul ve Hicaz demiryollarını yaptırdı.
-          Hindistan, Cava, Afganistan, Çin, Malezya, Endo­nezya, Açe, Zengibar, Orta Asya ve Japonya'ya elçiler ve din adamları gönderdi.
-          Modern matbaa makinelerini Türkiye'ye getirtti, üc­retsiz kitap dağıttırdı, 6 bin kitabı tercüme ettirdi.
-          Beyazıt kütüphanesini kurup -10 bini el yazması ol­mak üzere- tam 30 bin kitap bağışladı.
-          ilk defa elektriği ve gazı getirdi.
-          Ziraat Bankası'nı kurdu.


-          Dünyanın ilk torpido atan denizaltısını tamamen kendi parası ile yaptırdı. Devrinde Osmanlı donanması dünyanın ikinci donanması idi.
-          Yerli kumaş giydi, Hereke bez fabrikası ve Feshane'yi kurdu.
-          Terkos'un sularını istanbul'a getirtti.
-          ilk modern eczanemizi açtırdı.
-          Osmanlı ülkesine ilk otomobili getirdi.
-          Beş bin km karayolunu yaptırdı.
-          Dünyanın ilk metrolarından birini Karaköy-Taksim arasına yaptırdı atlı ve elektrikli tramvaylar kurdu.
-          Arkeoloji müzeciliğini başlattı.
-          ilk kuduz hastanesi (istanbul Darü'l-Kelb Tedavihanesi)ni açtırdı.
-          Yıldız Çini fabrikasını Beykoz ve Kağıthane kağıt fabrikalarını kurdu.
-          Daha sonra Çanakkale Savaşı'nı kazandıracak olan topları yaptırdı ve Çanakkale'yi tahkim ettirdi.
-          Sadece Anadolu'da 14 bin ilkokul açtı.
-          Telefonu Avrupa ile aynı zamanda ülkemize getirtti.




-          Kızlarımız için kız öğretmen ve kız meslek, kız sağlık meslek okullarını açtırdı.

Çırağan vakası, Ali Suavi, Yedi Sekiz Hasan Paşa





Sözde Din Adamı, ilk Laiklik ve Türkçülük Savunucularından olan Ali Suavi, 39 yaşındayken İngiltere adına Sultan Abdülhamid'e darbe teşebbüsünde iken Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın vurduğu bir sopa darbesi ile katledilmişti...

Osmanlı hafiyeleri derhal evine koşup eşini tutuklamak ve evdeki evraklara el koymak istediyse de, Ali Suavi'nin İn...giliz eşi çoktan evdeki evrakları yakıp Marmara açıklarında bekleyen bir İngiliz gemisi ile kaçmıştı...

Sorun şu ki; böyle bir Ali Suavi'yi bize kimler "büyük" alim, mütefekkir, aktivist olarak tanıttılar?
Ya da Said Nursi bile neden onu üstad bildi?

***



ÇIRAĞAN VAK'ASI

Sultan İkinci Abdülhamîd Hanı tahttan indirip, Sultan Beşinci Murad’ı tekrar tahta geçirmek için yapılan baskın.

Sultan Abdülazîz Han zamânında yeni Osmanlılar cemiyetine giren Ali Suâvî, uzun bir müddet yurt dışında kaldı. Sonra memlekete dönüp, Galatasaray Lisesi Müdürlüğüne tâyin edildi. Mîzâc olarak meşhur olmaktan ve büyük mevkılere gelmekten çok hoşlanırdı. Her renge girerek çeşitli vazîfeler almayı denemiş, fakat başarısızlığı sebebiyle her seferinde vazîfesinden atılmıştı. Kendisi gibi, Sultan Abdülhamîd Han zamânında yükselmekten ümidini kesenler, onun etrâfında toplandılar. Düşünceleri; hastalığı sebebiyle tahttan indirilen Sultan Murâd’ı tekrar tahta geçirmekti. Filibeli muhâcirlerden etrâfına topladığı epeyce bir kalabalıkla 19 Mayıs 1878’de Çırağan Sarayına girmeyi başardı. Sultan Murâd bu sarayda olduğu için onu dışarıya çıkarmaya çalıştı. Bu sırada Beşiktaş’ın inzibat işleriyle görevli komutanı Mirliva Hasan Paşa topladığı askerlerle derhâl isyancıların üzerine yürüdü. Hasan Paşa, elindeki bastonu Ali Suâvî’nin başına vurarak onu öldürdü. İki taraf da silah kullanınca kan döküldü.

Silah sesleri Yıldız Sarayından duyulunca Sultan Abdülhamîd Han, Çırağan Sarayına asker sevk etti ve Sultan Murâd’ın kılına dokunulmamasını emretti. Ali Suâvî’nin adamlarından yirmi bir kişi ölüp, on yedi kişi yaralandı. Olay iki saat içerisinde bastırıldı.

Ali Suâvî’nin yalısında bulunan defter ve vesîkalar İngiliz olan hanımı tarafından yakıldığından, cemiyetine, hükûmet adamlarından kimlerin üye olduğu anlaşılamadı. Ancak saldırı sırasında sağ ele geçenler dîvân-ı harbe verilerek muhtelif cezâlara çarptırıldılar.

Basit gibi görünen bu küçük ihtilâl teşebbüsü, haklı olarak Sultan Abdülhamîd’i sıkı emniyet tedbirleri almaya sevk etti. Düşman orduları, sarayından birkaç kilometre mesâfede karargâh kurmuş, mümkün olabildiği derecede ülkesini ve menfaatlerini koruyabilmek ve Ayastefanos Antlaşmasını bozabilmek için diplomatik yolla bütün bir Avrupa’yla mücâdele eden Sultan’ı, bir gazetecinin, tahtından indirip yerine rahatsız olan ağabeyini getirmek istemesi, Abdülhamîd Hanı fevkalâde şaşırttı. Sultan alelâde bir gazetecinin böylesine bir işe cür’et etmesine inanamamıştı. Bu hareketin yurt dışında önemli bir teşkilâtın emri veya muvâfakatiyle yapıldığı tahmin edilmektedir.

Ali Süâvî’nin başarısızlıkla sona eren bu isyânından kısa bir süre sonra, ikinci bir Çırağan hâdisesi daha meydana geldi. Kleanti Skalyeri-Aziz Bey komitesi tarafından, 1878 Temmuzunda Sultan Murad, ikinci defâ Çırağan Sarayından kaçırılmak istendi. Bu komite, Sultan Beşinci Murad’ın hal’inden kısa bir süre sonra kurulmuştu. Komitenin birinci reîsi olan Kleanti Skalyeri, İstanbul’da Prodos mason locasının üstâdı âzamı idi. Üyelerinin büyük bir kısmı Sultan Murad taraftarlarından olup, diğerleri de memur sınıfından idi. İçlerinde yüksek devlet adamı yoktu. Kleanti, velîahdlığı zamânından beri Beşinci Murad’ın dostu idi ve saltanatını temin için bütün gayretiyle çalışıyordu. Komitenin ikinci üyesi Sultan Murad’ın annesinin câriyelerinden Nakşibend Kalfa idi. Masonların îtimâdını kazanan İbrâhim Edhem Paşanın sadrâzamlıktan azl edilmesinden sonra, bu komite kurulmuştu. Nakşibend Kalfa, devlet ileri gelenlerinden bâzılarını komiteye katmak için çalıştı, fakat başarılı olamadı.

Kleanti, Sultan Murad’la Çırağan Sarayında görüştü. Beşinci Murad’ın, durumundan şikâyet ederek milletin kendisini bulunduğu durumdan kurtaracağı günü beklediğini söylemesi üzerine, komite harekete geçti. İstanbul’un çeşitli semtlerinde duvarlara Sultan Murad lehine beyânnâmeler yapıştırıldı. Bir ara bu komite, Sultan İkinci Abdülhamîd’i öldürmek için harekete geçti, fakat gerçekleştiremedi. Şubat 1878’de hazırlanan plâna göre su yollarından Çırağan Sarayına girilerek Sultan Murad, önce komite üyelerinden Aziz Beyin evine getirilecek, oradan da halk ile bîat merâsiminin yapıldığı yerlerden birine gidilerek, ilgili ulemâ ve devlet erkânı da dâvet edilerek Sultan Murad tahta geçirilecekti.

Komite bu plânını gerçekleştirmek için müsâid bir zaman beklerken, Birinci Çırağan Vak’ası meydana geldi. Başarısızlıkla netîcelenen bu vak’a komiteyi yıldıracağı yerde daha da gayrete getirdi. Sultan Murad’ı kaçırmak çârelerini araştırmak için Aziz Beyin evinde çalışmaları hızlandırdılar. Bu sırada, Hacı Hüsnü Bey adında bir âzâ komiteyi ifşâ etti. Komite üyeleri kaçırma hâdisesini hazırladıkları bir toplantı esnâsında iken Aziz Beyin evi zaptiyeler tarafından basıldı. Kleanti, Nakşibend Kalfa ve Ali Şefkati yurt dışına kaçtılar. Kleanti, kaçarken bütün önemli evrakı berâberinde götürdü. Diğer üyeler yakalanarak serasker kapısında müteşekkil dîvân-ı harbe verildiler. Dîvân-ı harbin verdiği karâra göre Kleanti, Aziz Bey, Nakşibend Kalfa ve tabib Âgâh Efendi îdâma mahkum edildiler. Fakat Padişâh tarafından af olunarak cezâları on beş sene kalebentliğe çevrildi. Diğer âzâlar, komite ile irtibâtları ve faaliyetlerine göre sürgün ve hapis cezâlarına çarptırıldılar.

Birinci ve İkinci Çırağan vak’alarında ortak noktalar mevcuttu. İki olay da Sultan Murad’ı tahta geçirmek için düzenlenmiş, ikisi de ulemâ, ordu ve devlet erkânının iştirâki olmadan tertip edilmiştir. Ali Süâvî olayında rol sâhibi olan üç kişi aynı zamanda Kleanti komitesinin üyesidir. Ayrıca Ali Süâvî ve Kleanti masondurlar. Ayrı ayrı görünen bu iki Çırağan hâdisesinin yurt dışında önemli bir teşkîlâtın emri veya muvafakati ile yapıldığı tahmin edilmektedir.

Filistin'i kim sattı?


ahmet uçar, Filistin Meselesi, Hilafet Meselesi, II. Abdülhamid Han, İstihbarat Örgütleri, misyonerlik faaliyetleri, osmanlı devleti, slider, tarih ve düşünce dergisi


Akka'nın eski Umumi Müdürü Nabluslu Muhammed Tevfik Bihke'nin eski Reji Müdürü Muhammed Said Ve Bihkey'e bağlı Bihar Nahiye Müdürü Beyrutlu Suphi Efendilerin raporu, Filistin topraklarının rüşvet ve para hırsıyla Yahudilere gittiğini ispatlıyor.

Yahudilerin. Filistin'e yönelik yerleşme, yurt ve bağımsız ülke kurma operasyonları Temmuz 1882'lerde resmen başlamıştır. Önceleri Batılı Yahudi zenginlerin Filistin'den para ile Yahudiler için Osmanlı'dan toprak satın alma girişimleri ile başlayan bu operasyonlar, siyonizmin lideri Theodor Herzl'in 1896-1902 yılları arası tam beş defa İstanbul'u ziyaret ederek amacına ulaşmak için yaptığı girişimlerle yeni bir boyut kazanmıştı. II. Abdülhamid, Theodor Herzl'in her teklifini -vaat ettiği para ve medya desteğine rağmen- kesin bir dille reddetmiş, padişah, arkadaşı Newlinski aracılığı ile Theodor Herzl'e şu ültimatomu göndermişti:
"Eğer Bay Herzl, senin arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak salmam. Zira bu valan hana degii milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan, tekrar kanlarımızla Örteriz. Benim, Suriye ve Filistin alaylarımın askerleri birer birer Plevnede şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi bile geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Devlet-i Aliyye bana ait değil, Türk milletinindir. Ben onun biç bir parçasını veremem, Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman Filistin'i karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz parçalanarak, bu ülke taksim edilebilir. Ben, canlı bir beden ûzerinde ameliyat yapılmasına asla müsaade edemem." 2


"Filistin'i satmayız"

Fakat buna rağmen bugün olduğu gibi dün de Yahudiler Avrupa'da "Ermeni Meselesi"nde Türkiye'yi destekleyecek, Osmanlı'nın Avrupa'daki borçlarını ödeme girişiminde bulunanacak, hatta 30 milyon sterlini bulan tüm Osmanlı borçlarını Filistin'e karşılık tasfiye etme ve ödeme girişiminde bulunacaklardı. Hiç olmazsa Hayfa dahil Akkâ sancağı kendilerine verilmeliydi. Fakat Osmanlı yetkilileri, buna karşılık, Yahudi girişimcilere ekonomik bazı imtiyazlar verebileceklerini, ama asla Filistin'i vermeyeceklerini söylüyorlardı. Washington'daki Osmanlı Büyükelçisi Ali Ferruh Bey, 24 Nisan 1899'da bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte "Ceplerimize milyonlarca atlın doldursalar, hükümetimiz Arap memleketlerinin hiç bir bölümünü satmak niyetinde değildir" diyordu. Ali Ferruh Bey aynı beyanatında, Filistin meselesinin ekonomik değil, siyasî bir mesele olduğunu, bu nedenle de Maliye Nezareti'ni ilgilendirmediğini söylemişti.3


Siyonistlere tedbir

II. Abdülhamid, sadece Siyonistlerin teklifini reddetmekle kalmamış, onlara karşı Filistin'e yerleşmemeleri için etkin önlemler de almıştı. Bu nedenle de büyük güçler nezdinde diplomatik girişimlerde bulunulmuş, Musevilerin Siyonistleşmesini engellemeye çalışmış, Duhuliye Nizamları hazırlatmış, Siyonistlerin yabancı himaye elde etmelerini önlemek için çaba harcamış ve Filistin'den Yahudilerin arazi satın almalarını yasaklamıştı.

Önce Alman İmparatoru II. Wilhelm ile görüşerek ona Herzl'in tasarısının (Siyonizmin) "Osmanlı'nın toprak bütünlüğü ve egemenliği" prensibiyle bağdaşmadığı anlatılmış, daha önce Siyonizme destek veren Almanya 1900'lerde bu tavrından vazgeçmişti. Ağustos 1903'de Rus İçişleri Bakanı Plehve, Dr. Herzl'e bir mektup yazarak, "Amacı Filistin'de bağımsız bir devlet kurmak olduğu sürece Rus Hükümeti olarak Siyonizm'in arkasındayız" diyordu. Ancak kısa bir süre sonra Rusya bu vaadini unutarak Siyonizmi desteklemekten vazgeçmemişti. Fransa Hükümeti, Filistin'i asırlardır göz diktiği Suriye'nin  içinde mütalâa ettiğinden Sîyonizme zaten karşı idi. Ancak İngiltere ve ABD'de Siyonistlere büyük bir destek vardı. II. Abdülhamid, Amerika'da çok etkin olan Yahudi lobisini Siyonizmden vazgeçirebilmek için 1898'de Amerikalı Müslümanların lideri Muhammed Webb aracılığı ile Amerikan Yahudilerinin lideri Richard Gottheil'e ulaşmayı başarmış, ona "Filistin'e Yahudi iskânı" emelinden vazgeçme çağrısı yapmıştı. Osmanlı devleti, özellikle Amerika ve Rusya'daki dindar ve reformcu Yahudi gruplarla temas kurmuş, özellikle onlara, Filistin'de bağımsız bir devlet kurulursa vatandaşı oldukları ve müreffeh yaşadıkları ABD ve Rusya gibi ülkelerde herşeylerine el konulacağını, kendilerinin hiç bir maddî imkânı olmayan Filistin'e sürüleceklerini anlatmıştı. Özellikle ABD'de Siyonist Federasyonu'nun üye kaybetmesi bu girişimlerin etkili olduğunu göstermektedir.

Bu arada hususan Filistin'e yerleşmek isteyen Musevilerle ilgili de, Osmanlı ülkesine girişleri ve yerleşmelerini engelleyici ciddi önlemler alınmıştı. Önce; yurtdışındaki Osmanlı temsilciliklerine bir yazı göndererek, şüpheli Musevilerin pasaportlarının vize edilmemesi istenmişti. Avrupa'daki Siyonist faaliyetler yakından izlendiği için Özellikle Hayfa ve Yafa limanlarında Osmanlı ülkesine giren kaçak Museviler kendilerini bekleyen Türk güvenlik güçlerince sınırdışı ediliyordu. Ekim I882'de Osmanlı yönetimi, hac yapacaklar dışında tüm Musevilerin Filistin'e girmesini yasaklamıştı. Ancak bazı Siyonistler, kendilerine hacı süsü vererek Filistin'e yerleşmeyi başarmışlardı. Dahiliye Nezareti, 1884'de hacı dahi olsalar vizesiz Yahudilerin Filistin'e girmesini yasaklamıştı. 1887 ilkbaharında Filistin'i ziyaret edecek Yahudi hacıların süresi de bir ayla sınırlanmış, Musevî ziyaretçilerin ülkeyi terk etmeleri için girişte oldukça yüksek bir depozito alınmıştır. Museviler bu kez bir büyük ülkenin vatandaşı olarak Osmanlı ülkesine yerleşmeye çalışmışlar. Ağustos 1898'de Filistin kapıları hangi ülkenin vatandaşı olduğuna bakılmaksızın tüm Yahudilere kapatılmıştır.


Kırmızı pasaport

21 Kasım 1900'de yayınlanan Duhûl Şartları Nizamnamesi ile Siyonistlerin Filistin'e yerleşmesini önlemek için "Kırmızı Pasaport" uygulaması başlatılmıştı. Bu arada Osmanlı ülkesinde yaşadığı halde ABD ve İngiliz vatandaşı olup bazı haklar kazanmak isteyen Museviler de, tâbiiyyetine girdikleri ülkelerde yaşamak zorunda bırakılmışlardı.

1867 tarihli Osmanlı Arazi Kanunnamesi Musevilerin Kutsal Topraklarda arazi almalarını engellemiyordu. 5 Mart 1883'de çıkarılan yeni kanun yabancı Siyonistlerin Osmanlı ülkesinde taşınmaz mal satın almalarını yasakladığı halde, Osmanlı vatandaşı olan Yahudilere herhangi bir yasak getirmiyor, bu nedenle de yerli Yahudilere Siyonist örgütlerce para verilerek bölgede önemli bir toprak parçasının Siyonistlerce  satın alınması sağlanıyordu.

Böylece bazı Siyonist koloniler kurulmuştu.(4)  İleride nakledeceğimiz önemli bir belgede de görüleceği gibi, bir çok yerli halk ve bürokrat, bu işten para kazanma arzusuyla, bu yıllarda Filistin'in önemli bir bölümünün Yahudilere satılmasında aracılık yapmışlardı.

II. Abdülhamid yönetimi, bu konuda bölgeden gelen şikâyetleri de göz önünde bulundurarak, 1892 sonbaharında bir dizi yeni önlem almak zorunda kalmıştır. Yerli ve yabancı kim olursa olsun Yahudilerin taşınmaz mal almalarının yasaklanması, mahallî kadastro ve halka bildirilmişti.(5) Bu yıllarda Osmanlı ülkesinde yabancılara toprak satmak "hem vatan hainliği hem de ahiret azabının" nedeni olarak görülüyor, Padişahın (II. Abdülhamid'in) özel izni olmadan yabancılara toprak satma ve okul, hastane açma gibi misyonerlik kurumlarıyla ilgili haklar kesinlikle verilmiyordu.(6)  Sultan II. Abdülha mid, toprağını satmak zorunda kalan Filistinli Arapların topraklarını "Hazine-i Hassa" adına kendisi satın alıyordu.

Filistin'i satanlar

15 Ağustos 1893'de üç Filistinli yöneticinin gönderdiği bir rapor, Filistin'de yaşananları, ihanet ve gafletleri bir bir ortaya koyuyordu. Raporu, Akkâ'nın eski Umumî Müdürü Nabluslu Muhammed Tevfik, Bihke'nin eski Reji Müdürü Muhammed Said ve Bihkeye bağlı Bihar Nahiye Müdürü Beyrutlu Suphi Efendiler hazırlamışlardı. Bu iki sayfalık önemli raporu sadeleştirerek ve kısaltarak Filistin'i kimlerin sattığını merak edenlerin dikkatlerine sunmak istiyoruz; (7)

"Romanya ve Rusya göçmeni Yahudilerin Osmanlı ülkesinde, özellikle Filistin'de iskânları, Filistin 'e girmeleri ve burada arazi satın almalarının padişahın yüce emri ile yasaklandığı herkesçe bilindiği halde bazıları özel çıkar ve menfaatleri, bazıları da bozguncu, zararlı fikir ve düşüncelerinin etkisiyle bu emre uymamışlardır. 1890 senesinde Yafa ve Hayfa kasabalarında Baron Hirsch'in adamları Mösyö Henger ve Mayer Zelyan aracılığı ile Yahudiler için toprak satın alınmış, Rus tebaası 140 aile Hayfa havalisine yerleştirilmişti. Bu işte onlara Akkâ Mutasarrıfı Sadık Paşa, eski Hayfa Kaymakamı Mustafa Efendi Kanevetti, yeni Hayfa Kaymakamı Ahmed Şükrü, Akkâ Müftüsü Ali, Hayfa Belediye Reisi Mustafa ve Hayfa İdare Meclisi Azasından Necip Efendi aracılık yapmışlardı. Bu ekip, düzenledikleri sahte mukavele ve belgelerle eski Adana Mutasarrıfı Şakır Paşa ve Cebel-i Lübnan ahalisinden Selim ve Nasrullahi'l-Havarî'nin vaktiyle 800 liraya aldıkları Hayfa yakınlarındaki mülkleri; Hazire, Dor-dore ve Nefbâte çiftliklerini 18.000 liraya satmış, ayrıca kendileri de 2,000 lira aracılık parası almışlardı. Bu satış sonrası bir gece içinde Hayfa Polis Memuru Aziz ve Zabıta Memuru Yüzbaşı Ali Ağaların marifetiyle Rus göçmeni 140 aile Hayfa sahillerindeki bu araziye yerleştirilmişlerdi. Padişahın iradesi (emri) nedeniyle arazi satışının yasak olduğunu çok iyi bilen Hayfa Bele diye Başkanı Mustafa Efendi, selâhiyetini kullanarak sahte ve kadim (çok eski) tarihli bir ruhsatname ile burada 140 haneli yeni bir Yahudi köyü kurmuş, onlardan bir de vergi alarak yıllardır Osmanlı vatandaşı olduklarını belgelemeye çalışmıştır. Bununla da yetinmeyen Mustafa Efendi güya bunların yıllarca Safed ve Taberiyye kazaları arasında bulunan "Mizrate'l-Hafize" köyünde asırlardır yaşadıklarını, ama nüfuslannın unutularak kaydedilmediklerini ileri sürerek onları Osman' lının nüfusu na kaydetmiş, 140 fakir Yahudi ailesinin altısından, birer mecidiye, toplam altı mecidiye, "nüfusa geç kaydolma" cezası almıştı. Böylece bir gecede 140 Yahudi aile Osmanlı vatandaşı olarak Osmanlı fakirlik ve ilmühaberi verilerek bir çok devlet hizmetinden bedeva yararlanmaları sağlanmıştı."



15 Ağustos 1893 tarihli, üç Filistinli yöneticinin gönderdiği, Filistin'i kimlerin sattığına dair önemli bilgiler içeren raporun birinci sayfası BOA, Y.PRK. AZJ. 27-39
Kıskanç misyonerler

Şikâyetçilere göre Hayfa ve Akkâ'da bu yolla Yahudilerin iskânı sürekli hâle getirilmiştir, Bundan başka Baron Bilavaroş'un vefatıyla sahipsiz kalan Zemarin köyüne Yahudi koloniciler el koymuş, Baron Roşeyle yönetimindeki 700 hane Yahudi bu köye yerleştirilmişti. Daha sonra da her ne yapılmışsa yapılmış bu arazi Yahudilere Padişahın emrine aykırı olarak satılmıştı. Bu köyün çevresindeki Eşfiya, Emma'l-Altun ve Emma'l-Cemal adlı üç köy de bu arazinin içinde gösterilmiştir. 2-3 bin kuruş kıymetinde harap bir arazi, Akkâ Mutasarrıfı Sadık Pasa tarafından 2.000 liraya Yahudilere satılmıştır. Hayfa ve Yafa arasında bulunan Hazine-i Hassa ile bitişik, dönümü bir kuruştan alınan Haşmezrezzake adlı 30 bin dönüm arazi, 30 bin liraya Yahudilere satılmıştı. Yine dönümü 3 kuruşa alınan beşbin dönümlük arazi de 15.000 liraya Yahudilere satılmıştı. Bu, şebekenin faaliyetlerini bütün bütün ortaya çıkarmıştı.

Raporun bir başka bölümünde ise misyoner örgütlerin bölgede nasıl mülk sahibi olduklarını göstermesi açısından çok önemliydi: "Bunlara ilâveten devletçe o havalide çok önem verilen Cebel-î Kermil adıyla meşhur bir yerin büyük bir bölümü
-15 bin dönümden fazlası- Belediye Reisi Mustafa Efendi el-Halil ve idare Meclisi Azası Necip Efendi İlyas'ın girişimleri ve aracılığı ile Fransız rahiplerine satılmıştı. Bunun üzerine onlarla rekabet eden ve onları kıskanan Alman rahiplerin girişimi başlamış, onlara da çok ucuz bir fiyatla on bin dönüm toprak satılmıştır. Bunun üzerinden çok zaman geçmeden, üçüncü bir güç olarak İngilizler ortaya çıkmıştı. Elsten İngiliziyye adlı kadın misyoner ve Hayfa İngiltere Konsolosu Mösyö Smith'in mesaisiyle beşbin dönüm arazi de sus payı olarak İngilizlere verilmişti. Bu uygunsuzluklara tahammülü olmayan Akkâ mutasarrıfı merhum Zeyyur Paşa, Hayfa Bidayet Mahkemesi'nde Trabluslu Muhyiddin Efendi Selhim'in  reisliği döneminde dava açtırmıştır. Davayı Hükümet-i Selimiye'nin vekili olarak eski Nâsıra Kaymakamı açmıştı. Dava hüküm safhasına gelmişken o sırada Sadâretten gelen bir telgrafla dava tatil edilmiş ve Zeyyur Paşa Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Mutasarrıflığı 'na tayinle bölgeden gönderilmişti. Yıllar önce yaşanan hu gelişme nedeniyle "her parçası cana bedel olan" bu münbit vatan toprağı, Şeria kıyıları ve Konnil dağı mürûr-i zaman gerekçesiyle yabancılara {Batılı emperyalistlere) peşkeş çekilmişti."

Bahaîler'in rolü

Raporun son bölümünde ise bir başka ihanetin belgeleri ile karşılaşıyoruz. İnanç ve düşünceleri nedeniyle idam edileceği İran'dan Osmanlı ülkesine sığınan, gönderildikleri Edirne'de ayrı fraksiyonlara ayrılarak birbirlerine saldıran ve bu yüzden bir bölümü Akkâ'ya sürülen Bahaîler de (8) bu işte Yahudilere aracılık yapmakta ve bu işten para kazanmakta idiler. Raporun son bölümünde de konu anlatılırken Akkâ'da sürgün bulunan Bahaîlerin lideri Abbas (Abdülbaha) Efendi'nin bu işteki rolü de şöyle anlatılır:

"Ve el an Akkâ'da menfa (sürgün) ve sahip olduğu servet ü sâmân ve nüfuz sayesinde her istediğini icraya muktedir bulunan İranlı Abbas Efendi ile hem-efkârı (fikirdaşı) Hayfa Belediye Başkanı Mustafa ve şimdi mahkeme azası olan eski İdare Meclisi Azası Necip Efendi ittihat ve ittifak ile bazı fakir ahalinin arazilerini elleniden ucuz ucuz alarak tahliye ve daha sonra da Yahudi ve ecnebilere satarak menfaatlenmekten kaçınmamışlardır."

Yahudilerin maddî fedâkârlıkları sonucu onlarla iyi geçinen yerel yöneticiler genelde onlara itibar etmiş, Müslümanlara fazla yakınlık göstermemişlerdir. Bunlardan biri olan Maykerî Nahiyesi Müdürü Çerkeş Ali Ağa, Yahudilerin kalp akça bastıkları ihbarı üzerine Yahudî köylerine gidip soruşturma yapmak isteyince tahkir ve saldırıya uğramış, daha sonra da onların girişimleriyle azledilmişti. Onun gönderilmesinden cesaret alan Yahudiler bir takım silah ve mühimmat depolamaya, gizli eğitim kurumlan açmaya ve kendilerini engelleyebilecek kişileri hapis ve işkence ile yıldırmaya başlamışlardı. " (9)

Daha önce de vurguladığımız gibi II. Abdülhamid bu ve benzeri raporları çok iyi değerlendirmiş, yeni uygulama ve kararlarla Siyonizmin en azından kendi döneminde Ortadoğu'da yerleşip yeşermesini önlemeye çalışmıştır.


15 Ağustos 1893 tarihli raporun ikinci sayfası BOA. Y. PRK. AZJ. 37-39.
1 Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul 1991, 3. Baskı. Çağ Yayınları, s. 55-63
2 Yaşar Kutluay, Türkiye ve Siyonizm, İstanbul. 1973, s. 108-109 '
3 Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 91
4 Mim Kemal Öke, A.g.e.. s. 83-98
5  Mim Kemal Öke .A.g.e, s. 97
6  Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Dahiliye, 30 Ca. 1311. nr: 40
7  Başbakanlık Osmanlı Arşivi. YPRK.AZJ. 27/39
8  Ahmet Fcrtahoğlu. "Yüce Adalet Evi'nin Sakinleri: Bahaîler; Tarih ve Düşünce Dergisi, Şubat 2001, sayı: 16, s. 12-23
9  Başbakanlık Osmanlı Arşivi, YPRK.AZJ. 27/39


 Ahmet Uçar
 Tarih ve Düşünce Dergisi
 Haziran 2002 




Bu güne değin en çok tıklanılanlar