Sayfalar

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Sultan Abdülhamid Han'ın eşi Müşfika Hanım anlatıyor: "Kadınım! Hakkını helal et!"


güzel ahlak, II. Abdülhamid Han, osmanlı devlet adamları, osmanlı devleti, osmanlı padişahları, sultan II. Abdülhamid Han




İstanbul, Beşiktaş'ta Serencebey yokuşunu çıktıktan sonra en sonda sol kolda eski üç katlı, fakat gayet mütevazi bir evde büyük Osmanlı hânedânının son temsilcilerinden olan Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın değerli eşi Müşfika Hanım, kızı Ayşe Sultan ile birlikte oturuyorlardı. Bir hünkârın eşi ve kızı olarak senelerce yaşadıkları bir ömürden sonra, ânî olarak sıkıntılı ve zaruret dolu bir hayatın en acı hakikatleri arasına düşmüşlerdi.

Müşfika Hanım, pek değerli eşi Sultan Abdülhamîd Han'a âit çok manalı bir hâtırasını şöyle anlatıyor:

“Bir gün Sultan Abdülhamîd Han rahatsızlanmıştı. Sabahleyin yataktan kalkmak istediğinde kendisinde kuvvetli bir halsizlik ve kırıklık hissetmişti. Çoraplarını giyip odadan dışarıya çıkması gerekmişti. Fakat biraz öne eğilip ayağına çoraplarını dahi geçirecek hali yoktu. Ben hemen çorapları alıp karyolanın önünde yere çökerek pâdişâhın ayaklarına çorapları giydirdim. Benim bu içten hareketim ve alâkamdan pek mütehassıs olan Sultan:

“Kadınım çok zahmet ettin, eksik olma, hakkını helâl et!... dedi. Ben de bu mukabele karşısında cevaben:



“Aman efendimiz! Size karşı hakkımı helâl ettirecek ne yaptım ki? Bu benim vazifemdir, siz müsterih olunuz!... dedim.” Pâdişâh:

“Hayır bir kadının kocasına karşı olan hakları büyüktür. Kadınım, bu hizmetine mukabil hakkını helâl et!” diyerek sözünü tekrarladı.

Ben ne söyledimse, kocama rahatsızlığı sırasında yaptığım hizmetin normal hareket olduğunu bir türlü kabul ettiremedim. Sultan tam beş defa bana:

“Kadınım hakkını helâl et!..” dedi ve ben de bu ısrar karşısında âciz kaldım ve utanarak hakkımı helâl ettiğimi söyledim”.



9 Temmuz 2013 Salı

Sultan Abdülhamid Han'ın Filistin'de Toprak Satışını Yasaklaması



arz-ı mev'ud - vaad edilmiş topraklar, büyük israil projesi, Filistin Meselesi, israil'in kurulma süreci, siyonizm, sultan II. Abdülhamid Han


Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın Filistin'de Toprak Satışını Yasaklaması"Eğer Herzl, senin, arkadaşın ise ona nasihat et, bu mevzuda bir adım daha atmasın. Ben bir karış toprak bile olsa satmam. Zîrâ bu vatan bana âit değil, milletime âittir. Benim milletim bu topraklan savaşta kanlarını dökerek kazanmışlar, onu kanları ile verimli kılmışlardır. Bu toprak bizden sökülüp alınmadan ev­vel, biz onu tekrar kanlarımız ile sularız. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efrâdı birer birer Plevne'de şehîd düşmüşlerdir. Onlardan bir tanesi dahi dön­memek üzere muharebe meydanların­da canlarını vermişlerdir."
(Sultan İkinci Abdülhamid Han)


Osmanlıların "Arz-ı Filistin" dediği topraklar aslında üç coğrafî bölgeden oluşuyordu: Kâzımiye Nehri'yle Mukatta Nehri arasındaki bölge yani "Akkâ Sancağı":  Mukatta Nehri'yle Zerduludce Nehri'nin kaynağı arasındaki "Nablus Sancağı" ve Nablus'un güneyinde Berseba vâdisine kadarki mıntıka olan "Kudüs Sancağı".

Osmanlıların mülkî idâre sistemine göre Kudüs, 1887 yılında merkeze bağlı müstakil bir mutasarrıflık hâline getirilmiştir. Bir yıl sonra Beyrut vilâyeti oluşturulmuş ve Kuzey Filistin'deki iki sancak, Nablus ve Akkâ, bu vilâyetin sınırları içine alınmıştır. Böylece Fi­listin iki kısma ayrılmıştı. Filistin'in kuzeyi Beyrut valiliğinden idâre edilirken, Kudüs mutasarrıfı, mukaddes toprakların güney kısmından mesuldü.


Beyrut vilâyetine bağlı Akkâ Sancağı'nın her biri bir kaymakamın idâresinde olan ve merkez Akkâ kazası, Hayfa, Tiberyas, Safed ve Nâsıra (Nazareth)'dan oluşan beş kazası vardı. Osmanlıların "Nablus" dediği sancak ise merkez kaza, Cenin, Benî Sa'b ve Cemâ'în olmak üzere dört kazadan oluşuyor­du. Kudüs-i Şerîf Mutasarrıflığı ise 127 köy­den oluşan merkez livâsı, 58 köyden oluşan Yafa, 91 köyden oluşan Gazze ve 52 köy­den oluşan Halîlü'r-Rahman kazalarına bölünmüştü.

Filistin'in Osmanlı idâresinde bulunması, Siyonistlerin bütün teşebbüslerinin Osmanlı üzerinde artarak devam etmesine sebep olacaktır. Siyonistler, Filistin'de bir Yahûdî yurdu ku­rulması için önce, belirli bir meblağ karşılığında Filis­tin topraklarını satın almayı planlamışlardır. Siyonist­ler, bir yandan Osmanlılarla müzakerelere devam ederken, diğer yandan da Filistin'de kolonizasyona girişmişler ve taraftarlarını tarıma bağlı iskân merkez­leri kurmak sûretiyle Arz-ı Mev'ud'da (Vaad edilmiş topraklarda)  iskân etmeye başlamışlardı.
İşte Yahûdîlerin bir gün Filistin'e dönerek burada bir "Yahûdî devleti" kurma emeli olan Siyonizm böy­lece uyanmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin zayıf­laması neticesinde de Siyonistler bu hedeflerini tatbi­ke koymaya başlamışlardır.

Kubbetü's-Sahra
Kubbetü's-Sahra
Siyonizm'in kurucusu Theodore Herzl 1896 yılın­da yayınladığı "Der Judentaat" adlı eserinde bu he­defin maddelerinden bahsetmiştir. Herzl, fikrini ger­çekleştirmek maksadıyla Avrupa ve Amerika'da ya­şayan Yahûdî ileri gelenleri ile görüşmeler yapmış, çok büyük para kaynakları elde etmiştir.

Theodore Herzl'in teklifi
Theodore Herzl nabız yoklamak maksadıyla Hazi­ran 1896'da istanbul'a gelmiştir. Herzl, Sultan ikinci Abdülhamîd Han'dan Filistin'in Yahûdî göçlerine açıl­ması ve buranın muhtar bir Yahûdî idâresine sahip ol­masına karşılık, Osmanlı'nın Avrupa devletlerine olan borçlarının ödenmesi ve Avrupa basınında pâdişâh lehine propaganda yapmak tekliflerini sunmak için görüşme talebinde bulundu. Ancak kendi­si pâdişâh ile görüşemeyip, tekliflerini yakın adamı Polonyalı Philip Newlinsky vasıtasıyla yapmıştır. Sultan ikinci Abdülhamîd Han ise bu tekliflere hiddetlenmiş ve şöyle cevap vermiştir:
"Eğer Herzl, senin, arkadaşın ise ona nasihat et, bu mevzuda bir adım daha atmasın. Ben bir karış toprak bile olsa satmam. Zîrâ bu vatan bana âit değil, milletime âittir. Benim milletim bu topraklan savaşta kanlarını dökerek kazanmışlar, onu kanları ile verimli kılmışlardır. Bu toprak bizden sökülüp alınmadan ev­vel, biz onu tekrar kanlarımız ile sularız. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efrâdı birer birer Plevne'de şehîd düşmüşlerdir. Onlardan bir tanesi dahi dön­memek üzere muharebe meydanların­da canlarını vermişlerdir."

Bu cevap üzerine Herzl hayal kırıklığına uğrayarak ikâmet et­tiği Viyana'ya geri dönmüştür.


29-30 Ağustos 1897'de isviçre'nin Basel şehrinde bir "Dünya Siyonist Kongresi" toplanarak, Basel Programı denilen ve Filis­tin'i bir "Yahûdî Millî Yurdu" haline getirmeyi ihtiva eden bir karar alınmıştır. Dünya Siyonist Kongresi'nin toplanmasını sağla­yan Theodore Herzl, Filistin'i Yahûdî millî yurdu hâline getirecek olan komitenin de başkanlığına getirilmiştir.

Nüfus arttırma gayretleri
Filistin'de bir Yahûdî yurdu kurma gaye­sinin gerçekleşmesi yolunda bölgedeki Yahûdî nüfûsunu arttırmak için buraya göçü sağlamaya çalışmışlardır. Sultan ikinci Ab- dülhamîd Han, Yahûdîlerin bu tehlikeli ni­yetlerini sezdiğinden dolayı Filistin'e göçü yasaklamıştır. Artık Yahûdîler Filistin'e sade­ce ziyaret için gelebilecekler ve bu süre üç ay olacaktı. Kendilerine verilen kırmızı tez­keredeki ikâmet süresi dolunca Filistin'i terk edeceklerdi. Fakat Yahûdîler yine de gizli olarak ve çeşitli yollardan gelip Filistin'e yer­leşme teşebbüsünde bulunmuşlardır.




Kubbetü's-Sahra'nın avlusu - Yıl 1900
Kubbetü's-Sahra'nın avlusu - Yıl 1900


1883'te çıkarılan bir irâde-i seniyye ile de Yahûdîlere mülk satışı yasaklanmıştır.
Ayrıca pâdişâh Hazîne-i Hâssa'daki şahsî mal varlığı ile Filistin'de mümkün olduğu kadar fazla toprak ala­rak, Yahûdîlerin toprak satın almalarını engellemeye çalışmıştır. 1891'de çıkarılan bir irâde-i seniyye ile hiçbir Yahûdî'nin Osmanlı vatandaşlığına alınmaya­cağı ve Yahûdîlerin Osmanlı topraklarına yerleşmele­rine müsaade edilmeyeceği belirtilmiştir. Daha sonra çıkarılan bir emir ile de başta Filistin olmak üzere bü­tün Osmanlı topraklarında Yahudilere toprak ve mülk satışı yasaklanmıştır.


Yahudilerin Filistin'de osmanlı tebeası olarak toprak almalarına mani olunması hakkında vesika belge



Hîle ile Filistin'e yerleşmeleri
Bu sırada Said Paşa'nın bir gafleti neticesinde Filis­tin'de arazi ve mülk satın alanların hepsinin Siyonist ol­madığı ve son günlerini ibadetle geçirmek isteyen bazı Mûsevîlerin de burada toprak satın almalarına mâni ol­manın haksızlık olduğunu beyan ile 1893 ilkbaharına kadar Filistin'de kânûnî yollarla toprak satın almış olan­ların Siyonizm ile münâsebetlerinin olmadığına dâir konsolosluklarından aldıkları belgeye göre tapuları ve­rilmiştir.

Çeşitli ülkelerden yahudilerin Kudüs'e göç ederek cemiyet oluşturduklarına ve mani olunmasına dair vesika belge






Osmanlı Devleti bu kararla 1893'e kadar Siyo­nistlerin gayr-ı resmî yollardan almış oldukları toprakla­rı da tasdik etmiş olma durumuna düşmüştür.

Yahûdîler Filistin'e kânûnî olarak yerleşmenin müm­kün olmadığını anlayınca artık hileli yollara başvurmaya başlamışlardır. Rus ve Doğu Avrupa Yahûdileri önce Almanya,  Avusturya veya İngiltere'ye uğrayıp bu devletlerin vatandaşlığına geçip sonra Filistin'e sızmışlardır. Bu­nu gören Osmanlı Dâhiliye Nezâreti yeni tedbir alarak, 1898 Ağustos'unda Kudüs mutasarrıfı, yabancı devlet­lerin Filistin temsilcilerine bir bildiri dağıtarak, bundan böyle Filistin'in milliyet tefriki gözetmeksizin bütün Ya­hudilere kapalı olduğunu tebliğ etmiştir.

Mescid-i Aksa'nın giriş kapısı ve içi


Filistin'e yerleşmek için Sultanın tahtından inmesi lâzım
21 Kasım 1900 tarihinde de Yahûdîlerin Filistin'e yerleşmelerini önleyici bir tedbir olarak "Mukaddes Topraklara Duhûliye Şartları" adı altında yeni tedbirler getirilmiştir. Bu şartlara göre, Filistin'i ziyaret edecek her Yahûdî, üzerinde mesleği, milliyeti ve ziyaret sebe­bi yazılı bir tezkere veya pasaporta sahip olacaktır. Yahûdîlerin elindeki bu tezkere Filistin'e ulaşınca salâhi­yetli makamlarca alınıp kaydedilecek, otuz günlük sürenin dolmasından sonra ise sınır dışı edileceklerdi.

Suriye'ye göç eden yahudilere arazi satışının yasak olmasına dair vesika belge

Meşru yollarla Sultan ikinci Abdülhamîd Han'a is­teklerini kabul ettiremeyeceklerini anlayan Yahûdîler, kendi emellerinin gerçekleşmesi önünde Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ı büyük bir mâni olarak görmüşlerdir. Onun için de sultanı tahttan uzaklaştırmanın yolunu aramaya başlamışlar ve bu maksatla Jön Türk grubu içerisinde çalışmalara başlamışlardır. İttihat ve Terakkî Cemiyeti içerisinde büyük rolü bulunan Emmanuel Carasso bu yolda en çok faaliyet gösterenlerden birisidir.


Mescid-i Aksa'nın için ve kubbetüs-Sahra

Emmanuel Carasso sultanın huzurunda Emmanuel Carasso, Siyonist bir heyetle 17 Eylül 1901'de Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın huzuruna çıkarak, Rusya'da zulüm gören Yahûdîlerin Filistin'e yerleştirilmesi ve muhtar idâreye sahip olmaları karşı­lığı olarak 20 milyon altın teklif etmiştir. Bu tekliflere sinirlenen Sultan ikinci Abdülhamîd Han heyeti huzu­rundan kovmuştur. Herzl, istanbul'a ikinci gelişinde Mâbeyn İkinci Kâtibi İzzet (Holo) Paşa ile görüşmüş­tür. izzet Paşa, Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın, Yahûdîlerin Filistin dışında bir yere Osmanlı uyruğunu kabul etmek şartıyla yerleştirilmelerine izin verdiğini, karşılık olarak da Osmanlı borçlarının ödenmesini is­tediğini belirtmiştir. Ancak Herzl, Filistin'e yerleşmeye müsaade edilmediği için bunu kabul etmeyip, İstan­bul'dan tekrar eli boş ayrılmıştır.

Yahudilere, Kudüs ve çevresinde bir aydan fazla süre ikamet etme yasağına dair belge vesika




Siyonizm siyâsî bir meseledir Sultan İkinci Abdülhamîd Han, "Siyonizm"i siya­sî bir mesele olarak görmüş ve Yahûdîlerin Filistin'e yerleşmek istemelerindeki asıl gayelerinin Filistin'e sadece masumane bir yerleşme şeklinde olmayıp, burada bir devlet kurmak olduğunu sezmiştir.

Kubbetü's-Sahra'nın avlusu - Yıl 1900
Kubbetü's-Sahra'nın avlusu - Yıl 1900

Herzl'le görüşen ve bütün Siyonist kongrelerini takip eden Osmanlı elçisi Tevfik Paşa, Berlin'den gönderdiği bir raporunda; Herzl'in asıl maksadının müstakil bir Yahûdî devleti kurmak olduğunu, bu­nun için Filistin'le yetinmeyeceğini, komşu ülkelere de yayılacağını yazmıştır.

Yahûdîler red cevabı alınca, Sultan Abdülhamîd Han'a karşı fiilî tavır alarak, sultanı tahttan indirme faaliyetlerini arttırdılar. Filistin'den toprak satın alıp yerleşmek için bu sefer bazı sanayi ve ziraat şirketle­ri kurarak, şirket için toprak satın aldıklarını basamak olarak gösterip, büyük topraklar satın alma yoluna gittiler. Devlet idaresi bunu fark edince Suriye ve Beyrut vilayetleri ile Kudüs sancağında bu çeşit şir­ketlerin kurulmasını yasaklamıştır.

Yabancılara toprak satışına dikkat!
Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamanında, Filis­tin'de yabancıların toprak alım ve satımına çok dikkat edilmiştir. Nablus sancağına tâbi Kefersaya köyünde arazi satın almış olan Fransa tebaasından Nersis Natanel'e geçici senet verilmiştir. Çünkü yapılan inceleme­de aldığı araziye Musevi iskân edeceği anlaşıldığından asıl senet verilmemiştir. Daha sonra da Nersis Natanel'in vekili araziye ağaç ekme izni istemiştir. Müraca­atı değerlendiren Meclis-i Vükelâ, 21 Nisan 1908'de aldığı kararda araziyi işlemek açısından asıl senet ile geçici senet arasında bir fark olmadığını ve araziye ağaç ekebileceğini belirtmiş ama araziye Yahûdî göç­menlerin yerleştirilmesine kesinlikle müsaade edilme­mesini istemiştir.

Thedore Herlz'in Filistin'den toprak talep etmesi karşılığında osmanlı'nın borçlarını ödeme teklifi mektubun orijinali


Sultan ikinci Abdülhamîd Han'ın bütün titizliğine ve çabasına rağmen bazı devlet adamlarının ihmal ve basiretsizlikleri ve yabancı devletlerin Siyonistler lehi­ne Osmanlı'ya müdahale etmeleri ve siyasî nüfuzları­nı kullanarak Osmanlı Hükümeti'nin tatbik ettiği kısıt­lama ve yasakları birer birer ortadan kaldırarak Siyo­nistlerin işini kolaylaştırmaları ile Siyonistler binlerce taraftarlarını Filistin'e yerleştirmeyi başarmışlardı.

İkinci Meşrutiyet'in ilanı ve tavizler
Reşad Paşa, Yahûdî ve Hıristiyanlara Bâb-ı Âlî'nin koyduğu sınırların üstünde inşâ izni verdiği için daha mutasarrıflığının ilk yılı dolmadan vazifeden uzaklaştırılmıştır.
Osman Kâzım Bey, İngiliz-Filistin şirketi mukaddes topraklarda şubeler açıp, malî muamelelere başlayın­ca, mutasarrıflığın bazı hizmetlerini karşılamak için Siyonistlerden borç almaktan çekinmemişti. Sultan Abdülhamîd Han, bu durumu öğrenince Osman Kâzım Bey'i Kudüs'ten alarak Haleb'e tayin etmiştir.


1904 yılında Osman Kâzım Bey'in yerine tayin edilen Ahmed Reşid Bey de aynı şeyi yapmış, vilaye­tin vergi açığını kapatabilmek için İngiliz Şirketi'nden borç alınca derhal vazifesinden alınmıştır. Kanun ve yasaklar Sultan ikinci Abdülhamîd Han tahtta olduğu müddetçe çok sıkı takip edilmiş, ancak İkinci Meşrutiyet'in ilanındaki serbest durumdan faydalanan Yahûdîler faaliyetlerini iyice arttırmaya başlamışlardı.

İttihatçılar, ikinci Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte Fi­listin'e Yahûdî göçlerini yasaklayan Sultan ikinci Abdülhamîd Han'ın bütün kararlarını kaldırmışlardır. Meşrutiyet'in ilanından sonra Siyonistler, merkezi Ya­fa olmak üzere bir Filistin Ofisi açmışlar ve bu ofisin teşebbüsüyle Filistin Toprak Geliştirme Şirketi'ni kur­muşlardır. Bu şirketin başına getirilen Alman asıllı bir iktisatçı olan Dr. Ruppin, Filistin'e gelen göçmenleri koloniler kurarak istihdam etmiştir. Yahûdîler, 1908-1914 yılları arasında satın aldıkları elli bin dönüm ara­zi üzerinde dokuz yeni çiftlik ve yerleşim merkezi kurmuşlardır. Ruppin, Yafa yakınlarında 139 haneden ve 1500 kişiden oluşan bir Yahûdî şehri olan Tel-Aviv (İlkbahar Tepesi)'in temellerini atmıştır.

Yahûdîler Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlerin ya­nında yer alıp, kurdukları Yahûdî Lejyoner kuvvetiyle onlar için savaşmışlardır, ingilizler de Yahûdîlerin bu hizmetine karşılık Balfour Deklarasyonu'nu yayınla­mışlardır. Osmanlı Devleti savaştan yenik çıkıp, bölge­den çekilmek durumunda kalınca, ingiliz birlikleri 9 Aralık 1917 günü öğleden önce şehre girmişler ve böylece israil Devleti'nin temeli atılmıştır.

"Ba'de harabi'l-Basra.."
Netice olarak, Sultan ikinci Abdülhamîd Han, Ya­hûdîlerin Filistin'e yerleşmesini önlemek maksadıyla 1883 ve 1891 yıllarında çıkardığı kanunlarla Filistin'de Yahûdîlere mülk satışını yasaklamıştır. Filistin'e normal yollarla yerleşemeyeceklerini anlayan Yahûdîler bu sefer yabancı ülkelerin vatandaşlığını alarak ve çeşitli şirketler vasıta­sıyla toprak satın alma yoluna gitmişlerse de buna da Osmanlı Devleti mânî olmuştur.

İkinci Meşrutiyetle birlikte ittihat ve Terakki'nin Sultan ikinci Abdülhamîd Han'ın koydu­ğu kanunları kaldırması ile Filistin'e Yahûdî göçleri hızlanmıştır. İttihatçılar dört sene gibi bir zaman içinde koca devleti savaşların ve fe­lâketlerin içerisine sürüklediklerinden, devletin bu göç ve toprak satışlarına mânî olacak gücü de kalmamıştır. Göçün ve toprak satışlarının önüne tekrar geçilmek istenmişse de "ba'de harabi'l-Basra" hükmünce iş işten geçmiş ve kısa bir zaman sonra ortada ne devlet ve ne de tatbik edilecek bir kanun kalmıştır.


Özcan F. KOÇOĞLU
YEDİKITA / ŞUBAT 2009



Kaynaklar        
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
BOA.  A.AMD.90/5. 1275 1.23
BOA. Y.PRK DH 7/29
BOA. A.MKT.MHM. 423/80-1; 495/44; 509/5-19; 559/40       
BOA. Y.PRK PT 10/11
BOA. A.MKT.NZD. 313/6 
BOA. Y.PRK TKM 29/76; 38/51
BOA. A.MKT.UM. 221/49; 563/11          
BOA. Y.PRK UM 28/86
BOA. A.VRK. 847/18; 847/22      
BOA. Y.PRK. ASK. 127/105; 76/73
BOA. DH. MKT. 1341/91; 1341/91; 1351/37; 1351/37; 1585/53-1   
BOA. Y.PRK. AZJ 33/3; 33/32; 34/57; 27/39
BOA, DH.MUİ. 15-3/23; 15-3/23; 27-1/66; 67/62.        
BOA. Y.PRK.BŞK. 3/7; 51/100; 80/55.
BOA. DH.EUM. 4.ŞB. 12/50; 16/24       
BOA. Y.PRK. DH.7/23.
BOA. DH.EUM.KLH. 1/17
BOA. Y.PRK. EŞA 13/67; 12/32
BOA, DH.KMS 46-1/29.   
BOA. Y.PRK. MYD. 10/64
BOA. DH.MKT. 1339/66; 1341/91; 1341/91; 1351/37; 1362/5;        
BOA. Y.PRK. PT 13/58 1362/5; 1367/18; 1399/83     
BOA. Y.PRK. TKM.
BOA, DH.SYS 27/6.          
BOA. Y.PRK. ZB 14/117; 18/41; 19/14; 6/23; 8/43; 9/30
BOA, DH.ŞFR 49/228.     
BOA. Y.PRK.A. 8/75
BOA. DH.UMVM 64/3       
BOA. Y.PRK.ASK. 105/62
BOA. HAT. 1363/53840   
BOA. Y.PRK.AZİ 33/3
BOA. HR.SYS. 2759/39; 2862/41          
BOA. Y.PRK.AZN 5/22; 6/4; 1/8; 23/104; 23/5; 23/59
BOA. I. DH. 101862; 96900; 97971; 97972; 100986; 83195;
BOA. Y.PRK.BŞK 6/77; 64/28 83573; 862/69004; 96609; 96898; 96899  
BOA. Y.PRK.EŞA 39/85; 39/85
BOA. İ.HR. 159/8511-1; 273/16528; 290/18196; 2 - 1319.B.1         
BOA.  Y.PRK.HR. 25/49'
BOA. İ.HUS. 49/2; 49-1; 99922; 1/1310/M-041; 2, 1319.B.1;
BOA.  PRK KOM 7/19 35/1312.N.58; 49/1314.Ra.44
BOA Y.MK. 11/49
BOA, MV 118/91; 205/143.          
BOA. Y.PRK.MŞ. 1/33; 4/22; 5/18; 6/49
BOA. Y.PRK. BŞK. 26/62.
BOA. Y.PRK.MYD 10/64
BOA. Y MTV 61/51.
BOA. Y.PRK.SH 5/16
BOA. Y PRK AZN 7/34; 17/27.   
BOA. Y.PRK.ŞH 3/102
BOA. Y PRK TKM 31/57  
BOA. Y.PRK.TKM 29/76
BOA. Y PRK ZB 12/77; 14/15; 19/4       
BOA. Y.PRK.UM. 56/45
BOA. Y.A.HUS. 380/18; 377/51; 380/18; 506/48; 509/26.     
BOA. Y.PRK.ZB 13/29; 1/21; 3/90; 30/24; 30/70
BOA. Y.A.RES. 55/61; 93/38; 93/6        
Mim Kemal Öke Kutsal Topraklardg Siyonistler ve Masonlar, İstanbul 1991
BOA. Y.EE 136/110; 136/56; 4/36 1313; 10/34; 136/48; 136/54 75/11,75/6,40/145
Ömer Osman Umar, "Osmanlı Döneminde Yahudilerin Filistin'e  yerleşme Faaliyetleri", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2002, c. 12, S. 2, s. 421-438.
BOA. Y.MTV 53/24; 64/12; 69/17; 181/114; 181/22; 281/172;
298/141; 37/86


SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMÎD HAN DİYOR Kİ
"Yahûdîler ise, kadîm (eski) mefkurelerine merbut (bağlı) olarak, Arz-ı mev'udu, kendilerine dînî kanâatlerine göre vaad edilmiş topraklarda müesses (kurulmuş) müstakil İsrail devleti hasreti içindedirler. Bu topraklar da bizim Kudüs Sancağı'mızın hudutları içindedir. Bu beldedeki, Hazîne-i Hâssa'ya âit Çiftlikât-ı Hümâyûnlar'ı evvelâ satın almak, daha sonra da doksan dokuz sene müddetle kiralamak tek­lifinde bulunmuşlardır. Görülüyor ki, bir devletin tebeası veya halkı olmak kâfi gelmiyor. Kânun önünde (nazarında) müsâvât (eşitlik) temin etmek de gayeyi temine bazen yetmiyor."
(Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul 1980, s. 95.)

Türkiye'de Siyâsî Buhranın Kaynakları. Sultan Abdülhamîd Düşmanlığı





Hilafet Meselesi, Jön Türkler, osmanlı devleti, osmanlı padişahları, osmanlı tarihi, sultan II. Abdülhamid Han

40 Yıl Evvel Prof. Dr. Osman TURAN'dan Mühim Tesbitler:
Türkiye'de Siyâsî Buhranın Kaynakları
Sultan Abdülhamîd Düşmanlığı

“Abdülhamîd Han'ın devleti nasıl buhranlı bir devirde teslim al­dığı ve kendisinden sonra devletin dokuz senede ne derece dağıl­dığı ve hattâ anavatan Anadolu'nun bile istilâ edildiği göz önüne getirilirse târih ilminin bu pâdişâh hak­kında vereceği şaşmaz hüküm onun lehinde ola­cak ve tenkitler teferruata inhisar edecektir.”

"Sultan Abdülhamîd ve devri Türk târihinin çok mühim ve karışık bir safha­sını teşkil eder. Bu devirde emperyalizm doymaz ihtiraslarla Osmanlı Devleti'ne karşı şahlanmış ve içeride de milliyetler kaynaşmış veya kışkırtılmıştır. Bu duru­ma rağmen devlet Adriyatik Denizi'nden Basra Körfezi'ne kadar muhafaza edilmiştir ki, bunda başlıca âmil/etken, saltanatı 33 yıl süren bu pâdişâhın siyâsî kud­reti olmuştur. Abdülhamîd Han'ın devleti nasıl buhranlı bir devirde teslim al­dığı ve kendisinden sonra devletin dokuz senede ne derece dağıl­dığı ve hattâ anavatan Anadolu'nun bile istilâ edildiği göz önüne getirilirse târih ilminin bu pâdişâh hak­kında vereceği şaşmaz hüküm onun lehinde ola­cak ve tenkitler teferruata inhisar edecektir. Bununla beraber, yine tarihçi, büyük devlet adam­larını kendi eserleri ve bunların devamı ile kıy­metlendirirken ve nihâî hükmünü buna göre ta'dil veya te'yid ederken devirlerin şartları ve başlıca âmilleri ile de kayıtlı kalacaktır.


Sultan Abdülhamîd ve Osmanlı Devleti târihe karıştığı ve büyük ihtiraslar sona er­miş gözüktüğü halde onun tesirleri henüz devam etmektedir. Bu sebeple Sultan Abdülhamîd ve İttihatçılar devri bugün tarihçi kadar Türk siyâset ve mefkûre adamlarını alâkalandırır. Hattâ bu de­vir üzerinde rol oynamış görünmez, âmilleri kavra­yamayan siyâsîlerin bugün­kü Türkiye'yi anlamaları ve ona, doğru bir istikamet vermeleri de zorlaşır.
Sultan Abdülhamîd devri târihimizin ne kadar girift bir safhasını teşkil ederse onun şahsiyeti et­rafında ileri sürülen görüş­ler de o derece birbirine aykırı, hissî ve maksatlı olmuştur. Bunun bir sebebi devlet üzerinde çarpışan milletlerarası menfaat ve ihtirasların meydana getirdiği dehşetli propaganda ile diğeri de Tanzimat'tan sonraki Türk târihinin henüz il­mî ve tarafsız bir şekilde yazılmamış olmasıdır. Hattâ bu tesirler dolayısıyla da, hâdiseler, çok defa tersine gösterilmiştir. Buna bu devre müessir, görünmez âmilleri kavrayan ve dış manzaraya aldanmayan ka­lem sahiplerinin azlığını da eklemek yerinde olur. Sul­tan Abdülhamîd ve devrine âit mühim vesikalarının henüz arşivlerde yattığını unutmamak lazımdır. Neş­redilen hâtıralar ve basılan kitaplar da değişen devrin havasından ve eksilmeyen propagandaların tesirinden kurtulamamıştır. İnkılâpların kendilerinden önceki de­virleri kötülemeleri ve geri memleketlerde ilmin zayıf­lığı da hakikatlerin meydana çıkmasını zorlaştırmıştır.

Osmanlı Devleti'ne göz diken emperyalist devletle­rin emelleri, onu içten kemiren çeşitli kavimlerin yıkıcı faaliyetleri, Türk-İslâm düşmanlığı ve nihayet Siyonist­lerin Filistin'de yurt kurma gayeleri bütün menfî kuv­vetleri birleştirmiş ve Sultan Abdülhamîd'i de müthiş bir propagandanın hedef ve mihrakı yapmıştır. Bu müşterek cephe, devletin içinde de gizli teşkilatını kur­muş; gaflet, macera ve ücretle elde ettiği bir avuç Türk aydınını da kendi hizmetine almaya muvaffak ol­muştu. Bazen Abdülhamîd Han'dan ziyâde, Türk mil­letinin haysiyetini kıran propagandaların mektep ki­taplarına kadar girmesi ve devamı da yeni nesillerin zehirlenerek terbiye edilmesine sebep olmuştur.


Bu umûmî hava ve şartlar Sultan Abdülhamîd aleyhinde teşekkül eden, menşei yabancı, yalan ve iftira efsânelerinin ana kaynaklarını ve devamı sebeple­rini göstermeye kâfidir. Osmanlı Devleti ile birlikte bu pâdişâh aleyhinde girişilen mücâdele ve yapılan suikastlerin muvaffakiyetsizliğe uğraması da kampan­yanın şiddetlenmesine yardım ediyordu. Sultan Abdülhamîd'e karşı yöneltilen yalan ve iftiralar bazen o derece gülünç ve mütenâkız idi ki küçük bir mantıkî muhâkeme veya kalem darbesi ile bunları if­lasa mahkûm etmek mümkün idi. Nitekim son yıllar­da, hamiyetli Türk ilim ve fikir adamları, çıkarttıkları yeni eser ve vesîkalar ile kesifleşen ve an'aneleşen propaganda havasını dağıtmaya, kitleleri uyandır­maya ve küllenen hakikatleri meydana çıkarmaya muvaffak olmuşlardır. Avrupa'da neşredilmiş bazı tarafsız eserler de bu inkişafa yardım etti.


Türkiye'de süregelen felâketlerin hep yabancı kaynak istikâmetini göstermesi de artık aydınlar ve halk kitleleri arasında millî şuurun uyanmasını ko­laylaştırdı. Gerçekten ilmî araştırmaların henüz kifa­yetsizliğine rağmen bugün hakikatler öyle anlaşıl­mış ve durum o derece berraklaşmıştır ki artık eski yalan ve iftiralara hâlâ itibar edenler kalmışsa bun­ların akıllarından, gafletlerinden, niyet ve ideolojile­rinden şüphe etmemek imkânsızdır. Esasen Sultan Abdülhamîd Han'a karşı mücadele cereyanına katıl­mış birçok meşhur ve vatansever ittihatçıların, felâ­ketler karşısında, hatalarını itiraf etmeleri, hatta on­dan af dilemeleri veya maneviyatından istimdâdda bulunmaları bu hususta en manalı ve uyarıcı hâdi­seyi teşkil eder. Fakat en mühim bir mesele de Sul­tan Abdülhamîd ve Türk düşmanlığının karışması veya birleştirilmesidir."

Osman Turan, "Sultan Abdülhamîd Düşmanlığı" Sönmez Dergisi, Ekim-Kasım, 1969, S. 52-53, s. 4-5)

İkinci Abdülhamid Han'ın PETROL ARAŞTIRMALARI

osmanlı devleti, osmanlı devletinin yıkılışı, petrol araştırmaları, sultan II. Abdülhamid Han




Paul Graskofp'un, Sultan İkinci Abdülhamîd Han'a sunduğu harita ve raporunda Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca mühim petrol yatakları yer alıyor. Doğu Ana­dolu'nun bir kısmını ve Güneydoğu Anadolu'nun neredeyse tamamına yakınını kapla­yan haritada Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro 

Çayı etrafı, Sinan, Batman Çayı etra­fı, Dicle civarı, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Habur, Fındık, Cizre ve Hakkâri mühim petrol kaynaklarının bulunduğu bölgelerdir. Paul Graskofp daha sonra raporunun de­ğerlendirme kısmına şunları ekliyor: "Bu bölge eğer iyi bir şekilde değerlendirilirse, gelecekte dünyanın en mühim merkezlerinden biri olacaktır."

***

Dünyada on dokuzuncu asırda teknoloji ve endüstri saha­sındaki gelişmeler petrolü, dünyanın en kudretli ve rakipsiz maddesi hâline getirdi. O sırada Osmanlı Devleti sınırları içinde yer alan Musul ve Bağdat'ta ise petrolün varlığı bilinmekte ve ibtidâî yollarla da olsa çıkarılmaktaydı.

Petrole olan ihtiyacın artması Musul ve Bağdat petrollerine olan rağbeti de arttırdı. Osmanlı idaresinde bulunan bu bölge ingiltere, Fransa ve Almanya'nın alâkasını çekmeye başladı. Devrin pâdişâhı ise denge siyâsetinin büyük ustası Sultan ikinci Abdülhamîd Han'dı.

Petrol Mücâdelesi Başlıyor...
Sultan İkinci Abdülhamîd Han'a önce ingiltere büyükelçisi gelir. Osmanlı topraklarında arkeolojik kazılar yapacak ilim adamları için izin ister. Sultan, izni verir ama istihbarat eleman­larını da ardından yollar. Kısa bir süre sonra ingiltere büyükelçi­si tekrar gelir. Bu sefer beraberinde, kabzası değerli taşlarla süs­lü, ucu kırık eski bir kılıç getirir. Arkeolojik kazıda buldukları bu eseri pâdişâha sunar. Sultan, kazılarda işçi olarak ça­lışıp, kendisi için istihbarat toplayan hafiyelerden böy­le bir eserin çıkarıldığına dair rapor almamıştır. Bilgi teyit ettirilir. Yapılan kazılarda böyle bir esere rastlan­mamıştır. Kazıda bulunduğu iddia edilen kılıç Kapalıçarşı'da işten anlayan esnafa götürülür. Kılıç eski de­ğil eskitilmiştir. Aslında İngilizlerin aradığı da târihî eser değil, petroldür.

Sultan Abdülhamid Han'a sunulan petrol raporunun ilk sayfaları

O devir için, ingilizlerin bölgedeki rakiplerinden biri olan Almanlar da İngilizlerden sonra arkeolojik kazı yapmak bahanesi ile İkinci Abdülhamîd Han'dan izin istemeye gelirler. Sultan, Alman İmparatoru ikin­ci Wilhelm ile arasındaki dostluğa güvenerek, Alman­lara da izin verir. Ancak, onların aradığı da çanak çömlek değil; petroldür. Esas gayeleri anlaşılan her iki devletin de -sözde- arkeolojik kazı yapma izinleri Sul­tan ikinci Abdülhamîd Han tarafından iptal edilir.

İngiltere, Fransa ve Almanya'nın petrolün peşini bırakma gibi bir niyetleri yoktur. Bu maksat uğruna bütün siyâsîlerini, askerlerini ve iktisâdî kuvvetlerini seferber edip Musul, Bağdat ve o bölgeyi Osmanlı Devleti'nin elinden almak veya bir oyuna getirip en azından işletme imtiyazına sahip olmak için çalışma­lara başlarlar. Ancak hesaba katmadıkları bir şey var­dır: Devrin Osmanlı pâdişâhı, Sultan Abdülhamîd Han devleti büyük bir maharetle kullandığı denge siyaseti sayesinde uzun süre savaşlardan ve beraberinde ge­lebilecek toprak kayıplarından uzak tutmuştur. Şimdi ise mevzubahis olan, birkaç asır denge siyasetinin en mühim unsuru ve dünya siyasetine uzun süre damga­sını vuracak olan, Musul ve Bağdat petrolleridir. Sul­tan İkinci Abdülhamîd Han'ın, Alman teknik komis­yonunun yaptığı araştırma neticesinde "gerçek bir petrol gölü" olarak tabir ettikleri bu bölgeyi kaptır­maya hiç niyeti yoktur.

Sıra Abdülhamîd Han'da...


On dokuzuncu asrın son çeyreğine gelindiğinde yabancı devletler Osmanlı Devleti'nin iç işlerine iste­dikleri gibi müdâhale edebiliyorlardı. Ayrıca kapitü­lasyonlar yüzünden yabancılar Osmanlı Devleti içinde imtiyazlı hale gelmişler ve Osmanlı Devleti içinde top­rak satın alabilme hakkına da sahip olmuşlardı. İste­dikleri takdirde değerinin katbekat fazlasını ödeyerek bu petrol gölcüklerinin bulunduğu arazilerden satın alabilirlerdi.

Ayrıca mücâdele kızışır, hâdiseler beklenmedik şekilde gelişir, savaş çıkarsa o an için mâliye hazînesi­ne âit olan ve petrol kaynayan bu bölgenin ingiltere, Fransa veya Almanya tarafından işgal edilmesi gibi bir durum söz konusu da olabilirdi. İşgal edilen bu arâziler hiçbir hak iddia edilmeksizin işgal eden devletin olacaktı. Oysa bu arâziler mâliye arâzisine yani devlete değil de pâdişâha âit olsa, şahsî mülkiyet kabul edilecek ve her­hangi bir işgal neticesinde pâdişâhın şahsî malı olarak kalacaktı. Onun vefâtı hâlinde ise bu mülk evlatlarına geçecek yani yine sultanın âile­sine kalacaktı.

Musul vilayetinde padişaha ait arazide çıkan petrolün arama ve işletme hakkının hazine-i hassaya verildiği hakkında bir vesika belge

Sultan ikinci Abdülhamîd Han, bütün bu meselelere çözüm bulmakta çok gecikmedi. Bü­tün menfî şartları dikkate alan sultan, petrolün bulunduğu bölgelerin ve stratejik ehemmiyete sâhip arâzilerin mâliye hazînesinden alınarak, Hazîne-i Hâssa'ya yani kendi husûsî hazînesine dâhil edilmesine ve bu şekilde koruma altına alınmasına karar verdi. Zaman kaybetmeden çı­karılan emirlerle bu arâziler sultanın hazînesi olan Hazîne-i Hâssa'ya dâhil edilerek Sultan ikinci Abdülhamîd Han'ın şahsî mülkü hâline getirildi. Böylece petrol kaynayan bu arâziler hem yabancılar tarafından satın alınmaktan hem de herhangi bir iş­gal durumunda, elden çıkmaktan korundu. Sultan ikinci Abdülhamîd Han'ın bu arazileri şahsî mülk hâ­line getirerek sağladığı diğer bir fayda ise, bu arazile­ri devlet mülkü olmaktan çıkararak, Düyûn-ı Umûmiye'nin menfî durumlarından kurtarmasıydı. Bunun netîcesi olarak da, Düyûn-ı Umûmiye yerine Hazîne-i Hâssa'ya gelecek olan gelirleri Osmanlı coğrafyasına yapacağı hayır eserleri için kullandı. Bununla birlikte Sultan İkinci Abdülhamîd Han çeşitli târihlerde çıkar­dığı üç emir ile Musul ve Bağdat petrol, gaz maden­lerinin araştırma ve çıkarma imtiyazını da Hazîne-i Hâssa'ya yani kendi şahsî emlâkine dâhil etmiştir.

Petrol Haritası Hazırlanıyor...
Sultan ikinci Abdülhamîd Han, hiç vakit kaybet­meden Hazîne-i Hâssa Nezâreti'ne alınan madenler üzerinde araştırmalar yapmak ve verimlilik dereceleri­ni tespit etmek gayesiyle Avrupa'da maden işlerinden anlayan uzman arayışına girişmiştir. Uzman arama çabaları kısa süre içinde netîce vermiş ve Fransız ma­den uzmanı Emile Jakraz getirilmiştir.


Musul ve Bağdat havalisinde Dicle-Fırat nehirleri havzasında yapılan petrol araştırmalarının yapıldığı yerleri gösterir harita

Jakraz, Hazîne-i Hâssa Nezâreti'nde başmühendis olarak 1895 târihinde hizmete başlamış ve ilk olarak Bağdat bölgesine gönderilmiştir. Daha sonra ise Mu­sul'a geçerek bu iki vilâyet çevresinde bulunan petrol madenleri üzerinde derinlemesine araştırmalar yap­mış, yaptığı bu araştırmaları raporlar ve haritalar hâ­linde pâdişâha sunmuştur. Jakraz bu raporlarda böl­ge petrollerinin ıslahı için neler yapılabileceği, ıslah çalışmaları için masrafların ne kadar olacağı ve petro­lün kârı ve menfî durumları üzerinde durmuştur.

Avrupa'dan getirilen diğer bir mühendis ise Al­man maden mühendisi Graskofp'tur. Graskofp da Fransız maden mühendisi Jakraz gibi petrol bölgesin­de araştırmalarda bulunmuş ve bölgenin tafsilatlı (de­taylı) bir petrol haritasını çıkarmıştır. Paul Graskofp'un, Sultan İkinci Abdülhamîd Han'a sunduğu harita ve raporunda Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca mühim petrol yatakları yer alıyor. Doğu Anadolu'nun bir kısmını ve Güneydoğu Anadolu'nun nerdeyse tamamına yakınını kaplayan haritada Diyar­bakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Bat­man Çayı etrafı, Dicle civarı, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Habur, Fındık, Cizre ve Hakkâri mühim petrol kaynaklarının bulunduğu bölgelerdir. Paul Graskofp daha sonra raporunun değerlendirme kısmına şunla­rı ekliyor: "Bu bölge eğer iyi bir şekilde değerlendiri­lirse, gelecekte dünyanın en mühim merkezlerinden biri olacaktır."

Musul vilayetinde Şarkat ve Şemamek Mukataalarında bulunan madenlerin yerini gösteren keşif haritası


Sultan Abdülhamîd Han'ın Tahttan İndirilmesiyle Gelen Son...
Sultan İkinci Abdülhamîd Han 1909'da, hem de ona ihtiyacın en çok olduğu bir zamanda tahtan indi­rildi. Ondan sonra devletin başına geçenler, diğer me­selelere olduğu gibi Musul ve Bağdat petrollerine de gerekli alâkayı göstermediler. Abdülhamîd Hân'ın Hazîne-i Hâssa'ya geçirerek şahsî mülk hâline getirdiği ve bu sayede koruma altını aldığı petrol arazilerine tam tersini uyguladılar; bu arazileri, Hazîne-i Hâssa'dan mâliye hazînesine geçirdiler. Zaten Sultan Abdülha­mîd Han tahtan indirilmişti, şimdi ise petrollerimiz sa­hipsiz ve korumasız kalmıştı. Sonrası ise malum...

Ahmet APAYDIN

Yedikıta, Şubat 2009


Bibliyografya
BOA, HH.THR. 233/47
BOA, HH.THR 239/60
BOA. İ.DH 87615
BOA, İ.HUS 1316.Ca.2
BOA, İ.HUS 1320.Ş.17
BOA, BEO 331253
BOA, Musul-Kerkük ile İlgili Arşiv Belgeleri (1525-1919), Ankara 1993.
BOA, Plan, Fotoğraf ve Belgelerle, Osmanlı Döneminde Irak, istanbul 2006.
Cemil Koçak, Abdülhamîd'in Mirası, İstanbul 1990.
Cevdet Küçük, -Abdülhamîd II", DİA, I, istanbul 1988, s. 216-224.
Arzu Terzi, Bağdat-Musul'da Paylaşılamayan Miras Petrol ve Arazi, istanbul 2007.
Arzu Terzi, "Hazine-i Hassa", DİA, XVII, İstanbul 1998, s. 137-141.
E. Mahmut Sami, Abdülhamîd'in Petrolleri, çev. Sevtap Demirci, istanbul 2008.
Ebulfaruk Önal-Sabit Bekçi, Sultan ikinci Abdülhamîd Han'ın Hayır Eserleri, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2007.

Bu güne değin en çok tıklanılanlar